17 Haziran 2019 Pazartesi

Arya Büyüyor, Ben de Büyüyorum

Bu yazı bir anne-çocuk yazısı sayılır mı pek bilemiyorum ama epeydir yazmıyorum bloga ve şu an hissettiklerimi yazıya dökesim geldi

Arya 6 yaşına girdi 5 Haziran'da, ben de 33'ü bitiriyorum 1 Ağustos'ta, yani dolu dolu "33" olup "34"e merhaba diyeceğim. 28-29 söylemesi güzel yaşlardı, 30 idare ederdi, 31 kabus gibi, 32 ne ara geçti bilmiyorum ama 33 baya oturdu bana, iyi manada :) 33'te durmak, oyalanmak, buralarda takılmak istiyorum :) Söylemesi de hoş: "33" :D ama maalesef her güzel şeyin bir sonu var.



Başlıkta büyüyorum derken sadece yaştan bahsetmiyorum. Gerçek anlamda büyüdüğümü hissediyorum. Yaşımı, hayatımı, bedenimi, benliğimi tanıyorum; defolarımı biliyorum ama güzellikleri de görüyor ve hakkını veriyorum. Mesela gülünce ön dişlerimden biri dudağımın üstüne çıkıyor, eskiden gıcık olurdum ama şimdi hoşuma gidiyor. Çünkü bana özel bu, sadece o gülüşümden beni tanıyacak bir sürü arkadaşım var :D Sonra gözlerim düşük, burun köküm yok, ama boyum var, posum biraz fazla olabilir :P yine de son tahlilde kendime biraz vakit ayırınca ve gülünce fena değilim:) Çok konuşuyorum ama hiç değilse bazıları gibi içten pazarlıklı ya da fesat değilim; içim dışım bir :) Aklıma gelen dilimde durmuyor :D Sadece fiziksel değil tabi ki fark ettiklerim, kabullendiklerim. İş, eş, annelik, arkadaşlık... her alanda farkındalık peşindeyim.



Yıllarca öğretmen olmayacağım diye gezip sonunda öğretmen oldum. Bana uygun mu? Değil! Çünkü ben hep sonuç odaklıyım, süreç benim için işkence sadece. Öğretmenlikse sonuçlardan çok süreç odaklı. İlk yıl çok zordu ama bu yıl savaşmak yerine uyum sağlamayı öğrendim. Öğretemiyorsam, ben onlardan öğreneyim dedim. Hayallerini öğrendim, sevdikleri müzikleri öğrendim. Birlikte ders dışında bir şeyler yapalım dedim: zumba yaptık, yarış yaptık, oyun oynadık, şarkı dinledik, çıkıp bahçede ip atladık :) Tabi ki tüm bunlardan sonra illa ki ders de işledik. Ben ne kadar adım atarsam atayım hiç cevap vermeyenler de oldu. "Yılmadım" diyemeyeceğim, yıldım bazen. Ama denedim yine de aklım ürettikçe, elimden geldiğince. "Öğretmen olmak istemeyen bir öğretmen" olmak yerine "öğretmen olmayı çözmeye, öğrenmeye, sevmeye çalışan öğretmen" olmayı seçtim.



Çocukluğumda çeşitli sebeplerle öncelik sıralamasında hiç ilk sırada olmadığım için zamanla kendi kendime "önce ben" demeyi benimsediğimden bencil biriyim sanırım. Bunu bilince az da olsa zaman zaman bencillik etmemeye çalışıyorum. Çok başarılı değilim ama deniyorum :D Evrim'e daha az yükleniyorum. Özellikle dışarıda daha çok dikkat etmeye çalışıyorum. Hayatımızın rutine bağlamasından çok sıkılmıştım ama yapacak çok da bir şey olmadığını kabullenince uzun soluklu çözümler yerine günlük aksiyonlarla yetinmeyi sever oldum. Mesala dün Evrim kendi kendine "Kahve yapıp balkonda günbatımını mı izlesek?" dedi ki 13 yılda ilk kez ondan geldi bu teklif! Genelde kahve yapıp film/dizi izleyelim ya da pc.de oyun oynayalım der. Tabi ki hemen değerlendirdim teklifi :) Öyle kuru kuruya kahveyle kalmadık, yemeği de balkonda denize vuran güneş ışığı ile yedik. Sonra da mis gibi kahvelerimizle batırdık güneşi tüm kızıllığıyla :)

Annelik kısmına gelirsek sınıfta kalmayı teğet geçer haldeyim. Canım Ceren'in şurdaki yazısına yaptığım yorumlar durumun vahametini gösteriyor. Gerçi o zamandan bu yana biraz yol aldım gibi. En azından Arya'ya söz verdim ve sözümü tutuyorum. 10 günlük bayram tatilini de kavgasız gürültüsüz tamamladık. Şimdi sırada seminer dönemi var ki şansıma bu sene seminerler kendi okulumuzda değil, sürekli başka mekanlara gitmem gerekiyor her gün Arya ile. Bakalım bu iki haftayı da kazasız belasız atlatırsak yaz tatilimiz resmi olarak başlayacak. Yazın annelik konusunda biraz daha iyiyim sanırım. İş güç stresi olmayınca Arya'ya karşı daha sabırlı ve anlayışlı olabiliyorum.




Arkadaşlık konusuna gelirsek bence kendi rekorumu kırdım :D Hayatımda hiç bu kadar çok arkadaşım olmadı. Çünkü Hopa'ya gelene dek "İnsan sevmiyorum" diye geziyordum.
İki elin parmağına ulaşmayan yakın arkadaşlarım dışında kimseyi almıyordum hayatıma. Ama Hopa'ya geldiğimizden beri bana bir haller oldu :D Meğer ben insan seviyormuşum da kendimi pek sevmediğim için, insanlar da beni sevmez nasılsa, boş yere emek verip üzülmeyeyim diye duvarlar örüyormuşum etrafıma. Şimdi bir sürü arkadaşım var :D Ağzım kulaklarımda geziyorum. Her gün bir aktivite, her gün bir plan-program. Bir de herkes nasıl kafa dengi, hadi şunu yapalım diyoruz, 5 dk sonra herkes hazır, organizasyon tam gaz :D

Kısacası büyüyorum ve büyürken kendimi sevmeyi öğreniyorum. Kendimi sevdikçe daha iyi bir Rüya'ya dönüştüğümü fark ediyorum. Narsistlikten bahsetmiyorum tabi ki! Kendini tanımaktan eksiğiyle fazlasıyla kabullenmekten, daha iyi hâle gelmeye çalışırken kendimizi hırpalamadan, yavaş ama etkili şeyler yapmaktan ve bu süreçte iyi yönlerimize odaklanarak kendimizi sevmekten bahsediyorum. Kendini sevmeyen, kendiyle bir alıp veremediği olan kişiler her daim eleştirel, sürekli mızmız ve şikayetçi oluyorlar gözlemlediğim ve bizzat deneyimlediğim kadarıyla . Öyle biri olmanın kimseye, en başta da kendimize yararı yok. 33 yaşımın bana getirdikleri bunlar ama önümüzdeki yıl neler olur, neler değişir, ben ne düşünürüm, hayat neler getirir hiç bilemiyorum tabi ki :)