24 Aralık 2019 Salı

6 Yaşında, 1. Sınıfa giden kız çocuğu

Şu an biri gelip "Arya'yı bana verir misin? Benim kızım olsun. " dese hiç düşünmeden veririm. Çünkü çok yoruldum! Çünkü tünelin ucunda ışık mışık yok!

Her gün yırtılan pantolonlar, defalarca kez kırılan akıllı saat, boya, kir, leke içinde gelen üniforma... Kaybolan kalemler, silgiler, her yeri karalanmış, resim yapılmış defterler, lazım olur diye verilip çer çöp alınan harçlıkları... Yapma dediğim ne varsa hepsini yapan bir canavar!

Her şeyiyle yazıyorum. Gizli saklı yok. Hiç yabancılık çekmez, çektirmez. 2 saniyede tanışır, kaynaşır. Dışardan bakılınca gayet normal. Tatlı, güzel, gamzeli. Olur da isteyen olursa üstüne 1 yıllık kıyafet ve ayakkabı desteği ile adrese teslim gönderebilirim.

Lütfen kimse kalkıp "Aaa deme öyle, Allah sağlık versin. Şükret haline..." minvalinde şeyler yazmasın. Kalbinizi kırarım, söylemedi demeyin.

Şu an dünya tepemde! Geçince ne olur bilmem ama şu an tam da böyle hissediyorum!

6 Kasım 2019 Çarşamba

10 Öpücük Günü

Bugün "10 Öpücük Günü"ymüş!

Arya öyle dedi az önce :D

Etüt merkezinden geldi, çantasını yere attı, kıyafetlerini çıkarıp koltuğun üstüne bıraktı ve öylece koşarak gelip kucağıma atladı.

- Annecim, bugün ne günü biliyor musun?
- Ne günüymüş annecim?
- Hımmm 10 Öpücük Günüymüş!
- AAAAA süpermiş öpeyim o zaman seni 10 kez :D

10 yetmedi 20 kez öptüm. Sonra o beni 10 kez öperken aklına İngilizce olarak saymak geldi ve en baştan başlayıp öyle öptü :))))))

Şimdi baktım Dünya Öpücük Günü 6 Temmuz'muş ama bizimkisi ondan farklı zaten :D Bizimkisi adı üstünde "10 Öpücük Günü". Hadi siz de kalkıp öpüverin sevdiklerinizi! Hem belki öperken fark edersiniz 10 öpücüğün bile bazen ne kadar az geldiğini :)



13 Ekim 2019 Pazar

Ela Lale el ele kaleye...

ölürsem eğer ela ile lale gelmesin ile ilgili görsel sonucu

Şu an beni ancak 1. sınıf velileri anlar. 

Okullar açılalı 1 ay oldu. Nasıl geçti hiç anlamadım! Ama işler giderek kızışıyor bizim evde. Okuma ödevleri beni benden alıyor. Eskiden ne güzel okuma fişleri vardı. Şimdi önce sesler sonra heceler, sonra kelimeler, en son cümleler öğretiliyor ki bence kesinlikle çok saçma! "L" harfini "lı" diye öğrenen çocuktan "la" hecesini doğru okumasını beklemek çok acayip bence. Çocuk "l"yi görünce "lı" diyor sonra "a" diyor. Oldu mu sana kırk yıllık "la" hecesi "lıa"! "Kale" kelimesi daha da feci "kıalıe" oluyor. Delirmemek işten değil!

Ela ve Lale'yi zar zor geçtik ama işler kolaylaşacağına zorlaşıyor. Ele, elek, leke, kelek, kek, el, al, kal... Hepsi birbirine benziyor. Sanki öğrenmesin de daha çok kafası karışsın diye uğraşıyormuşuz gibi hissediyorum. Cümleler o kadar manasız ki anlatamam. Kısacası bu okuma-yazma macerası çok zor ve mantığıma hiç uymuyor. 

Arya okuldan sonra etüt merkezine gittiği için çok şanslı hissediyorum kendimi çünkü hafta içi ödevlerini orada bitirip geliyor eve. Sadece hafta sonu birlikte bakıyoruz ödevlere. Aksini düşünmek bile istemiyorum. Evrim, biz evde eski usul fişlerle öğretelim diyor ama çocuğun kafasını iyice karıştırmak istemiyorum. Bu mevzuyu konuşurken fark ettik ki benim, Evrim'in ya da arkadaşlarımızın yaşıtları arasında ortaokula okuma yazma öğrenmeden gelen öğrenci hiç yoktu. Oysa şu anda benim çalıştığım ortaokulda bir sürü öğrenci var okuma-yazma bilmeyen.Yani bu yöntem biraz tartışmalı gibi. Bakalım nasıl ilerleyecek Arya bu mevzuda. İnşallah ben delirmeden o söker bu okuma işini.



15 Eylül 2019 Pazar

Korktuğum Kadar Olmadı Ama Yine Olsa Yine Korkarım

Arya 1. Sınıfa başladı!
Ben de 1. Sınıf çocuğu anası oldum artık :D



Tüm yaz aklımdaki deli soruları daha vakit var, başımıza gelince bakarız diyerek bastırmaya çalıştım. Sonra yaz bitti. Benim sıkıntıdan tüm vücudumu sivilce kapladı. Arya nasıl gidip gelecek, öğle arası ne olacak, ya biz okula varmadan okuldan çıkarsa, ya bizi bulamazsa, ya arkadaşlarına uyup onların evine ya da parka vs. giderse... Soruların sonu yok tabi! 

İlk haftayı olaysız atlattk çok şükür. Korktuğum başıma gelmedi, Arya bizi beklemeden okuldan ayrılmadı, etüte gitmek için bineceği servisi bulmakta da pek zorlanmadı. Hafta boyu en zor kısım öğle arası eve gelip gitmek, derslere yetişmekti benim için. Onu da bir şekilde kotardık. Bunlar iyi kısımdı. Gelelim okul ile ilgili daha ciddi probleme. 

Arya'yı evimizin karşısındaki devlet okuluna yazdırdık Temmuz ayında. Okulda bu yıl 6 adet 1. sınıf var, 6 adet sınıf öğretmeni. Bu öğretmenlerden 2 tanesi yaşadığımız ilçede tanınan, böyle baya ünlü, aranılan, peşinde koşulan hocalar. Hal böyle olunca herkes çocuğunu onların sınıfına yazdırmak istiyor. Okul da geçen senenin sonunda karar alarak "Noter huzurunda kura çekilecek" dedi tüm velilere. Sonra ne mi oldu? Yaz boyu araya sokulan hatırlı tanıdıklar, el altından yapılan bağışlar, açıktan yapılan baskılar... Kura noter huzurunda değil kapalı kapılar ardında tek bir veli bile içeri alınmadan yapıldı! Tüm mevki ve "hatırlı" tanıdık sahiplerinin çocukları o "meşhur" iki öğretmenin sınıfına yerleşti. o sınıfların mevcudu 34'e çıktı, diğer sınıfların mevcudu 26-27. Milli Eğitim'e gidip durumu anlattığımda aldığım cevap: "Her işte bir hayır vardır Hocam, çok seversiniz, çok memnun kalırsınız belki siz de öğretmeninizden" oldu. Kızdığım şey kızımın o sınıfa kayıt edilmemesi değil, kızdığım şey adil bir kura yapılmaması, insanların aptal yerine konulması ve bunun göz göre göre alenen yapılması! Bunu yapanlar dolandırıcı değil, sözüm ona "öğretmen"! Yapılmasına göz yumanlar da yine öğretmen, doktor, hemşire, makam, mevki sahibi insanlar! Demem o ki iyi okul, kötü okul mevzusu çoooooook geniş bir bataklık! Bunu belirtmek zorunda hissetmek bile çok acı ama Arya'yı sonradan o sınıflara kaydetmek için fırsatım oldu ama kılımı bile kıpırdatmadım. Öyle bir ahlaksızlığa kıyısından köşesinden bile bulaşsın istemedim kızım. Kısmetimizde ne varsa o olsun şansımız. Öğretmenini sevdi Arya, öğretmeni de onu sevmiş. Gerisi nasıl olsa hallolur.





Sınıf ve öğretmen konusunda karara varıp huzura erince günlük meselelere geri döndük. Beslenme çantasına ne koyalım, yanına harçlık verelim mi gibi sorulara odaklandık. Evrim'le ilk konuşmamızda günlük 2-3 tl harçlık vermeye karar vermiştik ama sonra beslenme çantasına yiyecek koyduğumuz, yanına suluk aldığı ve öğle arası da eve gelip beraber  yemek yediğimiz için harçlıktan vazgeçtik. Sadece çantasına bir miktar para koyduk ama sadece su almak için kullanabileceğini söyledik. Öğretmenimiz de 2. gün "Kantinden alışveriş yapmasın öğrencilerimiz, yanlarına kuruyemiş, meyve ya da evde kendi yaptığınız tost/poğaça/keklerden koyun lütfen" diye mesaj yolladı tüm velilere. Böylece abur cubur yemesinin önüne geçtiğimizi düşündük ama pek öyle olmadı maalesef. Çünkü harçlık verilen diğer öğrenciler kantinden bir şey alınca Arya'ya da veriyorlar. Hatta bir arkadaşı oyuncak top bile almış Arya'ya :) Bu konuyu nasıl çözeriz henüz bilmiyorum. Arya ile konuştum tabi ki ama işe yarayacak mı göreceğiz.


Okulla ilgili mevzular beslenme ile bitmiyor tabi ki. Okul sonrası var daha bunun. Arya okulda dersler bitince okul bahçesinden servise binip yakındaki bir etüt merkezine gidiyor. Haftada 5 gün, günde 3 ders, ücret servis dahil 600 tl. İngilizce, Ruşça, Matematik, Drama, Resim, Müzik, Satranç dersleri var. Her gün 1 ders ödev zamanı var. Aryaların henüz ödevi yok ama o saatte tekrar yapıyorlar sanırım. Dersler 15.00'da başlayıp 17:20'de bitiyor. Arya 6'da evde oluyor. Düşününce sabah sekizden akşam altıya kadar okul, ders, etkinlik 6 yaş çocuğu için çok fazla geliyor bana. Bence 6 yaş hâlâ oyun yaşı ama maalesef elimden gelen bir şey yok. Çalışan annelerin çocukları bu düzene mahkum sayılır. Tek alternatif çocuğun okul çıkışı bakıcı ya da varsa büyükanne-büyükbaba gözetiminde evde vakit geçirmesi ki maalesef bizim öyle bir şansımız yok Hopa'da. 

Şimdilik Arya okul çıkışı her gün gidiyor etüte ama biraz zaman geçip düzen oturunca havanın güzel olduğu günlerde etüte göndermek yerine parka, bisiklet binmeye ya da spora götürmeyi planlıyorum Arya'yı. Bakalım ilk haftalar bir geçsin. Bu arada okul deneyimleri il ilgili biraz daha okuyayım, okudukça yalnız olmadığımı göreyim diyorsanız şöyle buyrun:

Öğrenen Anne

Böyle Şeyler Olabilir


Tüm haftayı okulda/etütte geçirince hafta sonu eğlenceli bir şeyler yapmazsak olmaz tabi ki :) Cuma akşamı bisiklet ve kum parkı, cumartesi sabahtan kapalı oyun parkı, öğleden sonra deniz. Bugün için de yine bisklet ve park planımız vardı ama hava feci bozdu. Dün denize girerken bugün camdan yağmuru izliyoruz. Bugünün planlarını hafta içine kaydırdık, inşallah hava açar hafta içinde.



9 Eylül 2019 Pazartesi

Aklım Çıkıyor

Yaz boyu ara ara gelen krizleri bastırdım hep ama artık kaçıp saklanacak yer kalmadı. Bugün itibari ile Arya 1. Sınıfa başlıyor ve ben şu an stresten çatlamak üzereyim.

Arya'nın sınıfı kocaman bir binanın en üst katında. Büyük insan bile zor bulur. Her teneffüs in çık yapmak çok zor. Tuvaletler alaturka ve ne sabun ne de tuvalet kağıdı var. Öğle arası 1 saat ve okulun kapıları açılıyor. Çocuklar dışarı çıkabiliyor öğle arası. Benim ders giriş - çıkış saatlerimle Arya'nınki hemen hemen aynı ama gelip gitme süresini hesap edince işler karışıyor. 4 gün son saatlerim boş ama 1 gün son saat dersim var, o da bugün! Evrim 12-24-Boş-24-12 şeklinde vardiyalı çalışıyor. Saatleri hiç uymuyor neredeyse.

Ne olacak, nasıl olacak, ne yapacağız hiç bilmiyorum. Çok gerginim, çok endişeliyim. Biliyorum ilkokula başlayan ne ilk ne de tek çocuk Arya değil ama gel de anlat işte içime bunu!



30 Ağustos 2019 Cuma

Bu Yazıyı Yazmak Boynumun Borcu

Bu blogu açmamın 3 sebebi vardı:

1. Arya büyüdüğünde okusun, ona hatıra kalsın,
2. Benim gibi acemi annelere ışık olsun, bir yararı dokunsun,
3. Yazmayı çok sevdiğim için yazdıkça ruhum doysun.

6 yılın ardından bakınca ilk 2 yılı saymazsak son 4 yıldır yola neden çıktığımı unutup blogu ağlama duvarına çevirmişim. Hep şikayet, hep hezeyanlar... 2-3 yazı da bir biraz pozitif, biraz umut vaadeden yazı olsa da genel atmosfer kâbus gibi (" ^ "işareti artık kullanılmıyor biliyorum ama kabul edemiyorum. Hiç "kabus"la "kâbus" kelimesi aynı mı şimdi Allah aşkına!).

Gelelim şimdi neden yazıyorum. Dün gece 6 yıllık anneliğimin en kötü gecesi olabilirdi. Allah'tan kıyısından döndük. Arya babası gelene dek bizim yatakta uyumak için izin alıp bizim odada yattı. Tavanda kocaman bir pervane var ve daha önce Arya'yı defalarca kez pervaneden sarkan zincirlere uzanmaması için uyardık. Ama tabi yine de birkaç kez tam iş üstündeyken yakaladım Arya'yı. Dün gece de yattıktan 2 dk sonra zincir sesi duyunca koşarak yatak odasına gittim ve Arya'yı tam kendini yatağa atarken yakaladım. Hiç ne yaptığını sormadan sürükleyerek yataktan kaldırıp kendi odasına attım Arya'yı. "Cezalısın, bir daha bizim odamıza girmeyeceksin!" diyerek azarladım. Arya ne olduğunu anlayamadı ve ağlamaya başladı. "Ama ben bir şey yapmadım." deyip durdu. Hiç dinlemedim.  Sinirli sinirli işaret parmağımı sallayarak tehditkar bakışlar eşliğinde "Çabuk yatağına yat ve uyu!" dedim.

Arya yattı ama içli içli ağlaması kesilmedi. O ağladıkça ve benim ilk andaki korkuyla karışık öfkem geçtikçe pişmanlık hissi ağır basmaya başladı. Sonunda dayanamayıp yanına gittim. Onu kaç kez pervane ile ilgili uyardığımızı, o zincerlere asılırken pervanenin tavandan çıkıp üstüne düşebileceğini, onu yaralayabileceğini anlattım. O zaman Arya: "Ben pervanenin zincirine asılmadım ki! Dışardan ses duydum, kalktım perdenin zincirini çekip açtım, dışarı baktım. Sonra da senin geldiğini duyunca hemen yatağa atladım anne." dedi. Hatta kalkıp ne yaptığını, nasıl yaptığını gösterdi ve duyduğum sesin nereden geldiğini görmüş oldum. O an hissettiğim pişmanlık iyice arttı tahmin ettiğiniz gibi. Arya'yı kucağıma alıp özür diledim. Onu çok sevdiğimi ama çok yorulduğumu anlattım. Arya bana anlamaz gözlerle baktı.

Nasıl anlatılır ki 6 yaşında bir çocuğa hayatın bazen insanı çok zorladığı, üstüne üstüne gelip köşeye sıkıştırdığı, kendi kararlarını sorgulattığı, pişmanlık duygusunun ağır bastığı sonra vicdan azabının pişmanlıkları da bastırdığı? Anlatamadım. Sadece tüm gün onun peşinde koşturmak zorunda kalınca, istekleri hiç bitmeyince, o sürekli mızmızlanınca, avaz avaz bağırarak konuşunca, koltuktan koltuğa atlayınca, koridorda bir o yana bir bu yana koşunca, dur, yapma, etme, yavaş dediğim halde beni hiç dinlemeyince kendimi çok kötü hissettiğimi, çok sinirlendiğimi, sinirlenince aslında hiç yapmak istemediğim şeyleri yaptığımı anlatmaya çalıştım. En sonunda da "Eğer sen bu saydıklarımı yapmazsan, daha sakin anlatırsan isteklerini, yaptığımız planlara uyarsan, kendine ya da başkalarına zarar verecek şeyler yapmazsan ben de yorulup sinirlenmem ve sana bağırmam" dedim. "Tamam annecim" dedi, sarıldık, öpüştük koklaştık ve Arya uyudu.

6 yıldır (vay be 6 yıl olmuş tanışalı Ceren) hep olduğu gibi Öğrenen Anne, Ceren'le konuşmalarımız (ilk başlarda sadece yazışmalarımız :) kendimi anlamama yardımcı oluyor. Kendi annemle olan ilişkim, çocukluğum, genç kızlığım... her şey o kadar etkiliyor ki Arya ile olan anne-kız ilişkimizi. Geriye dönüp irdeledikçe, aynı hataları yapmak istemedikçe, yani çırpındıkça durumu kurtaracağıma daha da batırıyor gibiyim her şeyi.

Ne kadar istemesek de büyüdükçe annelerimize benziyoruz. Okuldan eve 5 dk geç kalsam annem mahalleyi ayağa kaldırırdı. Hiç anlam veremezdim. "Anne olunca anlarsın." derdi annem. Şimdi şimdi anlıyorum. Arya ilkokula başlayacak. Kafamda deli sorular: "Ya ben almaya gitmeden önce okuldan çıkarsa, ya eve gelmezse, ya arkadaşlarına uyar başka yerlere giderse, ya başına bir şey gelirse... Ne yaparız? Nasıl buluruz Arya'yı?" O kadar gerginim ve o kadar hazır hissetmiyorum ki kendimi, patlamaya hazır barut fıçısı gibiyim günlerdir. En ufak bir şey de coşuyorum, kırıp geçiriyorum ortalığı. Bir de epeydir beni geren başka bir konu daha var.

Kiracı olarak oturduğumuz şu anki evimizde alt komşumuz yaşlı bir kadın. Tek başına yaşıyor ve türlü türlü hastalığı var. O kadar suratsız, o kadar aksi ki... Bizi birkaç kez ev sahibimize ve apartman yöneticisine şikayet etti. Ama bildiğin iftira atarak. Güya biz Arya'yı evde yalnız bırakıp gidiyormuşuz, çocuk tepiniyormuş, bağırıp çağırıyormuş, evin içinde at gibi koşturuyormuş ve daha neler neler! Şikayet etmekle de yetinmiyor olur olmadık zamanda sopayla tavana vurarak bizi taciz ediyor. Olur olmadık diyorum çünkü mesela gündüz vakti evde temizlik yapılırken, elektrik süpürgesinden rahatsız olup vuruyor tavana. Mutfakta sandalyeyi çekip sofraya oturduğumuzda vuruyor. Bazen evde çıt çıkmazken, Arya evde bile değilken, durduk yere can sıkıntısından vuruyor.

Tatilden önce evde temizlik yapılırken yine tavana vurunca hiç üşenmedim, indim aşağıya, çaldım kapısını: "Teyzecim, n'oldu? Rahatsızlandınız mı, bir şey mi oldu? Yardım için mi vurdunuz acaba tavana?" dedim. "Hayır yani evde temizlik yapılıyor, herhalde gürültü için vurmadınız?" diye ekledim hemen belki utanır diye. Ama nerdeeee? Açtı bayramlık ağzını, yumdu gözünü teyze: "Temizlik gürültüsü değil bu, yalan söyleme! Bana inat olsun diye mahsus yapıyorsunuz. Beni delirtmek için yapıyorsunuz. Madem böyle yaramaz çocuğunuz var, giriş katından ev tutsaydınız. Sabah akşam koşuyor, tepemde gacur gucur eşyaları itip çekiyor. Gözüme uyku girmiyor aylardır........"

Sabır deyip derin bir nefes aldım ve gayet sakince: "Teyzecim, biz ailecek evden sabah 8'de çıkıp akşam 5'te giriyoruz. Çocuk 8'de, en geç 9'da uyuyor. Yani 5'ten 8'e - 9'a, hepi topu 3- 4 saatcik evde ve uyanık oluyor benim çocuğum. Onda da tabi ki put gibi oturmayacak. Hafta sonu desen zaten park bahçe geziyoruz, evde değiliz. Akşamdan akşama 4 saat katlanacaksın yapacak bir şey yok. Çocuğu bağlayacak halimiz yok ya!" dedim ve onu hâlâ söylenirken bırakıp eve döndüm ama o günden beri yere iğne düşse benim tüylerim değil tüm saçlarım diken diken, sinirlerim laçka. Sürekli tetikteyim. Arya gürültü yapmasın, kadın sopayla vurmasın diye yırtınıyorum. Biliyorum çok saçma ama engelleyemiyorum kendimi. Kadın ayarlarımı bozdu.

Yine destan yazdım. Ama yazmadan olmuyor işte!

Uzun lafın kısası mümkün oldukça sinirlerime hakim olmaya çalışıyorum. Bağırmayan anne olmak benim için imkansız zaten ama en azından yerli yersiz sinirlenip ota b.ka bağırmayan anne olmaya çalışıyorum şu sıralar. Sonuçta tüm kabahat Arya'da değil, o sadce 6 yaşında bir çocuk. Ona doğruyu göstermek, anlatmak, açıklamak, örnek olmak bizim sorumluluğumuz. Bunun farkındayım ve çabalıyorum.

18 Ağustos 2019 Pazar

Krizsiz Gün Geçmiyor

Dün gece Arya'ya iki ayrı öykü okuyup yatırdıktan sonra koşuya çıktım. 4 tur koşup 2 tur da yürüdüm ve eve geldim. Tüm stresimi atmıştım ki duşa girmemle her şey sil baştan. Kombinin şalteri kapatılmış. Soğuk suyla duş aldım. İyi ki yaz mevsimindeyiz.

Duştan çıkınca önce ev halkına sordum siz mi kapattınız kombiyi diye. Hayır cevabını alınca suçlunun Arya olduğundan emin oldum. Sabah olsun ben ona evire çevire göstercem gününü derken mükemmel ceza fikri dededen geldi: "Sok buz gibi suyun altına, kapatırsan bu düğmeyi böyle olur işte!" dersin dedi. İçimden bir ses "Sabahı bekleme, şimdi kaldır, sok buz gibi suyun altına!" dediyse de uymadım tabi o sese. Sabaha sinirim yatıştığı için değil de Arya'yı yıkamakla uğraşmak istemediğim için bir daha kombiyi kapatırsa buz gibi suyla yıkanacağını korkutucu bir şekilde anlatmakla yetindim. Daha kombinin sinirini atmadan arka balkona çıkıp tükenmez kalemle boyanmış pimapenleri görmem süper oldu. Arya baş harfini de yazarak imzasını da atmış eserine.

Uzaktan bakınca "Aman canım ne var bunda? Bi kere soğuk suyla yıkanmaktan ne olacak? Pimapenleri de silersin geçer." denilecek bir durum gibi görünüyor biliyorum ama işte içindeyken ve çırpındıkça daha da içine düşerken öyle gelmiyor insana. Her gün, her saniye böyle ufak ufak bir sürü sorun, saçmalık, karmaşa ile geçiyor ömür. Çok yoruyor. Defalarca kez aynı şeyleri anlatmak içimi sömürüyor. Hele de sakin kalmaya çalışmak... İçimde volkanlar kabarıyor, kabarıyor, kabarıyor...

Biliyorum çocuk işte! Biliyorum büyüyecek! Biliyorum bilerek, isteyerek yapmıyor! Biliyorum, amacı beni delirtmek değil! BİLİYORUM! Ama bilmekle yetinemiyorum. Sayıyorum içimden 10'a kadar, 100'e kadar, 1000'e kadar... Korkuyorum sonsuza dek böyle saymaktan!

İyi günler, kötü günleri karşılamıyor bazen!
Lütfen artık normal günlerin sayısı yensin böyle delirten günlerin sayısını!

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Annelik vs. Bencillik


21 yıldır abla, 6 yıldır anneyim 😱 Çok acayip geliyor bazen. Anne olmak zor. Özellikle de benim gibi "ben"cil kişiler için daha zor. Benim isteklerim vs. Arya'nın istekleri, benim ihityaçlarım vs. Arya'nın ihtiyaçları... Sakin kalıp konuşabildiğimizde anlaşıyoruz. Anlaşınca her şey süper 😃 ama işte her zaman öyle basit değil hayat maalesef. Onun istekleri ile hayatın öncelikleri çelişiyor sürekli ve ben sürekli ve tekrar tekrar bunu açıklayacak kadar sabırlı değilim. Şu noktada "Yaparken aklın neredeydi?" diyen varsa sakın ola karşıma çıkmasın zira o zamanlar kimse durup da bana böyle olacağını anlatmadı. Bebeği/çocuğu olanlar, biz çekiyoruz siz de çekin dercesine ağız birliği etmiş gibi hiç uyarmadı bizi. Bense 6 yıldır misyoner gibi herkesi uyarıyorum ama işte yine de kendisi yaşamadan anlamıyor insanlar. 6 yılın sonunda tünelin ucunda ışık görünüyor diyebilirim 🙂 4'ten sonra yük hafifliyor, 5-6 nispeten daha kolay. Hatta zaman zaman eğlenceli bile diyebilirim 😁 Bakalım okullar açılıp da Arya ilkokula başlayınca neler olacak 🤨












Not: Fotolar eğlenceli günlerden, anlardan. Berbat günlerimiz de oluyor. Onları da burda, blogda bol bol anlatıyorum tüm gerçekçiliği ile. Hayat instagram fotolarından ibaret değil tabi ki 😒 Keşke olsaydı :D


10 Ağustos 2019 Cumartesi

Bocalıyorum

Halbuki gayet de iyi idare etmiştim hamileliği ve anneliğin ilk 2 yılını. Ne olduysa sonra sonra olmaya başladı. Bir yerden sonra ben yetişemez oldum, yetemedim ne kendime ne anneliğe. Hep biri eksik kaldı. Ben olunca anne olamadım, anne olunca ben. Yetersizlik hissetmeyi de kabullenemedim. Sürekli olduğu kadar işte dedim kendime de içimin içimi yemesini durduramadım. Dışı başkalarını yaktı, içi beni kavurdu.

Geriye dönüp en baştan okuyorum şimdi blogu. Nasıl anne oldum, anne olduğumda nasıldım, ne ara yolu kaybettim, ipin ucunu ne ara kaçırdım. 16. ayda şu yazıyı yazmışım. Aryasız 1 gece zor dayanmışım. Sonra 23. ayda şu yazıyı. 16. ayda ben onsuz ağlamadan 1 gece duramazken 23. ayda o ağlamadan bensiz 1 sn duramaz olmuş. Rolleri değişmişiz. O günden sonra da hep tünelin ucundaki ışığı arar olmuşum. 2-3 yazıda bir isyanlara boğulmuşum. Anneliğin ilk zamanlarındaki neşeli yazılarım gitmiş hep şikayet, hep sitem, hep isyan ele geçirmiş yazılarımı. Yani 2 yıl idare ettiğim annelik serüvenimde bir noktadan sonra tökezlemeye başlamışım. Acemi annelikten kıdemli anneliğe terfi edeceğimi beklerken raydan çıkmışım.

Blogu ilk açtığımda yazdığım yazılar nasıl pozitif, nasıl aydınlık, nasıl naif... Bir de şimdi ki halimi görseniz... Sürekli bağırıp çağırıyorum Arya'ya hatta dahasını da yapıyorum. Parmağımı kaldırıp sinirden kocaman açılmış gözlerimle üzerine yürüyüp tehdit ediyorum çocuğu. Gözüm dönüyor en ufak şeyde.

Büyürken en nefret ettiğim şey babamın gözlerini kocaman açarak tehditvari tavırlarıyla konuşmasıydı. Karşısındakini sindirmeye çalışan o tavrı beni çileden çıkarırdı. Boyun eğmezdim. İçin için delice korkardım ama asla belli etmezdim, asla boyun eğmezdim, alttan almazdım asla. Kavga ederdik, ceza alırdım yine de ezdirmezdim kendimi, dönmezdim fikrimden. Hâlâ da öyledir ilişkimiz. Tabi büyüdükçe daha cesurlaştı kafa tutmalarım. Arya için de böyle olacak muhtemelen. Çünkü benim tavrım giderek babamın tavrına benziyor. Şu an için korkuyor Arya geri çekiliyor ama susmuyor. İlla ki anlatıyor kendi derdini. Sinirim geçince fark ediyorum yaptıklarımı. Pişman oluyorum ama ne fayda. Hep annemle olan ilişkim geliyor aklıma. İkimizin de hem yaraladığı hem yaralandığı, birbirimize çare olamadığımız, boşa harcanan yıllar... Yaş aldıkça ne kadar çok anneme benzediğimi görüyorum, ne kadar babama... Annemin hüzünlü bakışlarını görüyorum bazen aynada. Babamın o delici sinirli halinin bir yansımasını görüyorum Arya'nın korkarak bana bakan gözlerinde bazen. O an oracıkta pişman oluyorum ama çok geç oluyor.

Yapamıyorum. Beceremiyorum. Ama iş değil ki bu beceremiyorum deyip istifa edesin!

Yapmak zorundayım. Bir yolunu bulmak zorundayım.

Bağırmak istemiyorum. Tehdit etmek, üzerine yürümek hiç istemiyorum. Ama yaramazlıklarına, şımarıklıklarına, bitmeyen isteklerine de boyun eğmek, katlanmak istemiyorum. tüm suçu Arya'ya atmak büyük haksızlık. Ben tükendikçe sabırsızlaşıyorum. İkimizi de yaralamadan onun tavırlarını, benim tepkilerimi düzeltecek bir yol olmalı. Arya beni delirten şeyleri yapmasa ben de zıvanadan çıkmasam... Ama olmuyor işte! Biri çıksa bir çözüm sunsa, o çözüm sihirli değnek gibi hemen çözse tüm sorunları. Ah nerde!

18 Temmuz 2019 Perşembe

Çocuklu Tatil Vol. 2

Tatilimizin oteldeki kısmı bitti. Evrim eve dönerken biz Arya ile Çandarlı'ya babaevine geldik.

Bugün 3.  gün ama yoruldum. Arya evde sıkılıyor, denizde kaşınıyor; evde kalmıyor, denizde kaşınıyorum diye zırlıyor. Tam cinnetlik! 

Denizde karnımız acıkınca kıyamet kopuyor. Eve gidip gelmeyi kabul etmiyor, sahildeki cafelere yürürken ayağıma kum batıyor diye ağlıyor. Az önce zorla geldik iki adımlık cafeye. Bu satırları buz gibi bir Bomonti Filtresiz eşliğinde yazıyorum. İyi ki alkol diye bir şey var!

Arya gezmeyi daha doğrusu yürümeyi hiç sevmiyor. Bir yere gideceğimiz zaman ilk sorduğu şey: Uzak mı? / Yürüyerek mi gideceğiz? Bu yüzden tatil deniz-ev arasında geçiyor maalesef. Allahtan deniz çok yakın yoksa denize de giremeyiz!

Bir yere gidene kadar çile, gidince rahat, geri dönmek yine çile! Şu an rahat kısımdayız. Kızarmış patates ve ice tea ile Arya mutlu, Bomonti ile de ben 😁



14 Temmuz 2019 Pazar

Bağımlılık -2-

Telefonumdaki sosyal medya uygulamalarını kaldıralı 5 gün oldu. Bildiğin sigara tiryakileri gibiyim. Yoksunluk çekiyorum. "Ya azcık baksam n'olcak" , "Bir kereden bir şey olmaz" vs diyerek bir iki kez laptoptan baktım Facebook'a ve Instagrama. Ama hiç paylaşım yapmadım ki 1 hafta önce günde 4-5 kez fotoğraf/hikaye paylaşıyorsum. Bu bir hafta sürecinde WhatsApp'a hiç bulaşmadım. Cidden zorlanıyorum. Ama vazgeçmedim. İlk hedef 6 günlük tatilimiz bitene dek bu şekilde devam etmek. Sonrasında ben Arya ile Çandarlı'ya gideceğim, Evrim Hopa' ya dönecek. Görüntülü konuşmak için WhatsApp en kolay yol olduğu için onu tekrar indireceğim. Sadece WhatsApp kullanarak yaz sonuna dek bu bağımlılık işini kontrol altına almayı umuyorum ama büyük konuşmamak lazım :p

Gelelim bu 5 günde neler değişti, neler yaptım, neyi fark ettim. Öncelikle telefonda çok fazla vakit geçirdiğim için tamamlayamadığım işlerimi kolayca bitirebildim; bol bol kitap okudum, uyudum, eşimle, kızımla, sohbet ettim. Telefonu hiç almadım mı elime? Aldım tabi ki! Sevdiğim sitelere/bloglara baktım, bir sürü makale, kitap tanıtımı/incelemesi okudum. Eşimle telefondan Kelimelik oynamaya başladık :)  Arkadaşlarımla telefonda konuştuk. Tanımadığım bir sürü insanın fotoğraflarına bakarak boşa harcayacağım zamanı aileme ve kendime harcadım.

5 gün içinde sık sık düşünüp cevabından emin olamadığım sorular oldu. Mesela şu akıllı telefonlardan önce gün içinde boş kaldığımız anlarda ne yapıyorduk? Çayımızı, kahvemizi aldık, camın önüne geçtik. Eee? Boş boş oturup sadece dışarıya mı bakıyorduk? Muhtemelen düşünüyorduk, ölçüp biçiyor, kararlar alıyor, planlar yapıyorduk. Böyle düşünüp sorguladıkça akıllı telefonun birçok şeye engel olduğunu fark ediyorum.

Şu an oteldeyiz. Etrafıma bakıyorum. Herkesin elinde telefon, orayı çekiyor, burayı çekiyor, manzaraya telefon ekranından, kameradan bakıyor, konseri telefon ekranından izliyor. Çekim işleri bitince de yürüyüp gidiyor. Paylaşacak kadarı yeter, gerisine gerek duymuyor kimse. Görüntü o kadar acayip ki... Bir sürü insan elinde telefon, telefonlar havada, gözler ekranda; sonra fotoğrafı/videoyu kontrol/düzenleme aşaması, tüm kafalar eğik, telefon ışıkları yüzlere vuruyor. Her şey tamam, paylaş tuşuna basıldı. Şimdi sırada paylaşılacak başka ilginçlik bulmakta. Aynı sıralama ile devam! Unuttum. Tabi arada paylaşımları kaç kişi görmüş, kaç kişi bakmış kontrol etmek lazım.



Kesinlikle eleştirmiyorum. Çünkü ben de öyleyim. Öyleyim ve şu an kurtulmaya çalışıyorum. Eleştirmiyorum, sadece dışarıdan bakınca çok acayip geldiğini anlatmaya çalışıyorum. Zaman zaman kendimi cidden "Black Mirror" dizisine düşmüş gibi hissettim. Her şey farkına varmakla başlar denir ya işte ben de şimdi farkına varıyorum. Umarım gerisi de gelir.

13 Temmuz 2019 Cumartesi

Çocuklu Otel Tatili - Vol.1

Tatil başlı başına çok acayip bir şeyken çocuklu tatil daha da acayip!

Biz her sene Evrim'le tatile çıkarken Arya'yı annemlere  (babaannesine :) bırakıyorduk. Sonra ben Arya ile Çandarlı'ya gidip babamın evinde yine deniz, güneş, kum takılıyordum. Geçen yıl Yunan Adalarına giderken de aynı şekilde Arya'yı annemlere bırakmak için İstanbul'a gittim ama bu kez işler pek iyi gitmedi. Arya "Annecim, n'olur beni bırakıp gitme" diye çok ağladı ve boynuma sarılıp hıçkırarak uyudu. Tabi ki ben mahvoldum, vicdan azabı yedi bitirdi beni. Tatili iptal edemedik ve mecburen gittik ama aklımız sürekli Arya'da kaldı ve o gece bir daha Arya'sız tatile gitmemeye karar verdim. Max. 2-3 günlük ayrılıkları saymıyorum.  

Bu yıl tatilimizi planlarken Arya ile birlikte tatil yapıp hem eğlenebileceğimiz hem de dinlenebileceğimiz bir otel aradık. Sonunda çok yakın arkadaşlarımız, aile dostumuz Özlem ve Gökhan'ın tavsiyesi ile Sueno Hotels Belek'te karar kıldık. Onlar 2 yıl üst üste geldikleri ve çok memnun kaldıkları için gönül rahatlığı ile yaptık rezervasyonumuzu. Ama tabi yine de Arya ile işkence mi olacak eğlenceli mi olacak emin değildik. 



Bugün oteldeki 3. günümüzdü. İşkence mi, eğlenceli mi? Maalesef tek bir cevabı yok bu sorunun. Çünkü her ikisinden de biraz mevcut. Otel gerçekten çok güzel. Yemekler, havuzlar, aqua park, çocuk kulübü, aktiviteler... Her şey mükemmel. Ama çocuklu hayat pek öyle değil. Sabah kahvaltıya yetişmek sorun, gece uykusu gelen çocuk yüzünden her şeyi yarım bırakıp odaya dönmek zor. Öğle sıcağında güneş altında havuzdan çıkmıcam diye direten çocuğa laf anlatmak zor.  Yemek beğenmeyen, acıkmadım diyen, paso dondurma, ice-tea, kızarmış sosis/patates yemeye çalışan çocukla boğuşmak zor. Çocukla aynı odada kalmak zor. Yani bir sürü zorluk var. Eğlence nerede peki? Karnı doymuş, havuzda oynayan Arya'yı seyretmek eğlenceli, birlikte su kaydıraklarında çığlık çığlığa kaymak eğlenceli, çocuk kulübü sağ olsun çocuksuz geçen 1-2 saatte sevgiliyle başbaşa kalmak, dinlenmek, birlikte yüzmek eğlenceli :)



Şimdilik tatil ne korktuğumuz kadar korkunç ne de istediğimiz kadar harika! Ortalama! Tatilin yarısı bitti, umarım ikinci yarı daha güzel geçer :) 


10 Temmuz 2019 Çarşamba

Bağımlılık

Bağımlılığın her türlüsü kötü. Ben son zamanlarda hatta son yıllarda baya bildiğin telefon/internet/sosyal medya bağımlısı oldum. Günümüz ebeveynleri çocuklarımızı ekran bağımlısı yapmadan nasıl büyütürüz derdindeyken ben önce kendimi kurtarayım derdine düştüm. Benim elimde sürekli telefon varken çocuğa nasıl diyeyim sen bakma tablete/televizyona/telefona?

Peki, nasıl olacak bu işin çözümü? Emin değilim maalesef ama yine deneme yanılma usülü ile aklıma gelenleri deniyorum. İlk olarak kendime arınma planı yaptım. Tatile çıkarken tüm sosyal medya uygulamalarını telefonumdan sildim. Daha 2 gün olmadı ve itiraf ediyorum: çoooook zor :. ( her yerde ilan ettiğim için bu kararımı geri adım da atamıyorum tükürdüğümü yalamış gibi olacağım diye. Aklım sürekli instagramda, elim sürekli telefona gidiyor. Hiçbir şey yapamayınca galeriye girip fotolara bakıyorum. Yani sözümona instagram bağımlılığımı aşacağım ama telefon yine düşmüyor elimden. Şimdilik alışana dek olur böyle diyerek avunuyorum. Bakalım sonuna dek dayanıp kurtulabilecek miyim şu saçmalıktan.

17 Haziran 2019 Pazartesi

Arya Büyüyor, Ben de Büyüyorum

Bu yazı bir anne-çocuk yazısı sayılır mı pek bilemiyorum ama epeydir yazmıyorum bloga ve şu an hissettiklerimi yazıya dökesim geldi

Arya 6 yaşına girdi 5 Haziran'da, ben de 33'ü bitiriyorum 1 Ağustos'ta, yani dolu dolu "33" olup "34"e merhaba diyeceğim. 28-29 söylemesi güzel yaşlardı, 30 idare ederdi, 31 kabus gibi, 32 ne ara geçti bilmiyorum ama 33 baya oturdu bana, iyi manada :) 33'te durmak, oyalanmak, buralarda takılmak istiyorum :) Söylemesi de hoş: "33" :D ama maalesef her güzel şeyin bir sonu var.



Başlıkta büyüyorum derken sadece yaştan bahsetmiyorum. Gerçek anlamda büyüdüğümü hissediyorum. Yaşımı, hayatımı, bedenimi, benliğimi tanıyorum; defolarımı biliyorum ama güzellikleri de görüyor ve hakkını veriyorum. Mesela gülünce ön dişlerimden biri dudağımın üstüne çıkıyor, eskiden gıcık olurdum ama şimdi hoşuma gidiyor. Çünkü bana özel bu, sadece o gülüşümden beni tanıyacak bir sürü arkadaşım var :D Sonra gözlerim düşük, burun köküm yok, ama boyum var, posum biraz fazla olabilir :P yine de son tahlilde kendime biraz vakit ayırınca ve gülünce fena değilim:) Çok konuşuyorum ama hiç değilse bazıları gibi içten pazarlıklı ya da fesat değilim; içim dışım bir :) Aklıma gelen dilimde durmuyor :D Sadece fiziksel değil tabi ki fark ettiklerim, kabullendiklerim. İş, eş, annelik, arkadaşlık... her alanda farkındalık peşindeyim.



Yıllarca öğretmen olmayacağım diye gezip sonunda öğretmen oldum. Bana uygun mu? Değil! Çünkü ben hep sonuç odaklıyım, süreç benim için işkence sadece. Öğretmenlikse sonuçlardan çok süreç odaklı. İlk yıl çok zordu ama bu yıl savaşmak yerine uyum sağlamayı öğrendim. Öğretemiyorsam, ben onlardan öğreneyim dedim. Hayallerini öğrendim, sevdikleri müzikleri öğrendim. Birlikte ders dışında bir şeyler yapalım dedim: zumba yaptık, yarış yaptık, oyun oynadık, şarkı dinledik, çıkıp bahçede ip atladık :) Tabi ki tüm bunlardan sonra illa ki ders de işledik. Ben ne kadar adım atarsam atayım hiç cevap vermeyenler de oldu. "Yılmadım" diyemeyeceğim, yıldım bazen. Ama denedim yine de aklım ürettikçe, elimden geldiğince. "Öğretmen olmak istemeyen bir öğretmen" olmak yerine "öğretmen olmayı çözmeye, öğrenmeye, sevmeye çalışan öğretmen" olmayı seçtim.



Çocukluğumda çeşitli sebeplerle öncelik sıralamasında hiç ilk sırada olmadığım için zamanla kendi kendime "önce ben" demeyi benimsediğimden bencil biriyim sanırım. Bunu bilince az da olsa zaman zaman bencillik etmemeye çalışıyorum. Çok başarılı değilim ama deniyorum :D Evrim'e daha az yükleniyorum. Özellikle dışarıda daha çok dikkat etmeye çalışıyorum. Hayatımızın rutine bağlamasından çok sıkılmıştım ama yapacak çok da bir şey olmadığını kabullenince uzun soluklu çözümler yerine günlük aksiyonlarla yetinmeyi sever oldum. Mesala dün Evrim kendi kendine "Kahve yapıp balkonda günbatımını mı izlesek?" dedi ki 13 yılda ilk kez ondan geldi bu teklif! Genelde kahve yapıp film/dizi izleyelim ya da pc.de oyun oynayalım der. Tabi ki hemen değerlendirdim teklifi :) Öyle kuru kuruya kahveyle kalmadık, yemeği de balkonda denize vuran güneş ışığı ile yedik. Sonra da mis gibi kahvelerimizle batırdık güneşi tüm kızıllığıyla :)

Annelik kısmına gelirsek sınıfta kalmayı teğet geçer haldeyim. Canım Ceren'in şurdaki yazısına yaptığım yorumlar durumun vahametini gösteriyor. Gerçi o zamandan bu yana biraz yol aldım gibi. En azından Arya'ya söz verdim ve sözümü tutuyorum. 10 günlük bayram tatilini de kavgasız gürültüsüz tamamladık. Şimdi sırada seminer dönemi var ki şansıma bu sene seminerler kendi okulumuzda değil, sürekli başka mekanlara gitmem gerekiyor her gün Arya ile. Bakalım bu iki haftayı da kazasız belasız atlatırsak yaz tatilimiz resmi olarak başlayacak. Yazın annelik konusunda biraz daha iyiyim sanırım. İş güç stresi olmayınca Arya'ya karşı daha sabırlı ve anlayışlı olabiliyorum.




Arkadaşlık konusuna gelirsek bence kendi rekorumu kırdım :D Hayatımda hiç bu kadar çok arkadaşım olmadı. Çünkü Hopa'ya gelene dek "İnsan sevmiyorum" diye geziyordum.
İki elin parmağına ulaşmayan yakın arkadaşlarım dışında kimseyi almıyordum hayatıma. Ama Hopa'ya geldiğimizden beri bana bir haller oldu :D Meğer ben insan seviyormuşum da kendimi pek sevmediğim için, insanlar da beni sevmez nasılsa, boş yere emek verip üzülmeyeyim diye duvarlar örüyormuşum etrafıma. Şimdi bir sürü arkadaşım var :D Ağzım kulaklarımda geziyorum. Her gün bir aktivite, her gün bir plan-program. Bir de herkes nasıl kafa dengi, hadi şunu yapalım diyoruz, 5 dk sonra herkes hazır, organizasyon tam gaz :D

Kısacası büyüyorum ve büyürken kendimi sevmeyi öğreniyorum. Kendimi sevdikçe daha iyi bir Rüya'ya dönüştüğümü fark ediyorum. Narsistlikten bahsetmiyorum tabi ki! Kendini tanımaktan eksiğiyle fazlasıyla kabullenmekten, daha iyi hâle gelmeye çalışırken kendimizi hırpalamadan, yavaş ama etkili şeyler yapmaktan ve bu süreçte iyi yönlerimize odaklanarak kendimizi sevmekten bahsediyorum. Kendini sevmeyen, kendiyle bir alıp veremediği olan kişiler her daim eleştirel, sürekli mızmız ve şikayetçi oluyorlar gözlemlediğim ve bizzat deneyimlediğim kadarıyla . Öyle biri olmanın kimseye, en başta da kendimize yararı yok. 33 yaşımın bana getirdikleri bunlar ama önümüzdeki yıl neler olur, neler değişir, ben ne düşünürüm, hayat neler getirir hiç bilemiyorum tabi ki :)



24 Mayıs 2019 Cuma

Çocuklarımıza "Güzel kızım, yakışıklı oğlum" Demeyelim mi?

İlham kaynağım yine canım arkadaşım Ceren yani Öğrenen Anne :)

Şurdaki yazısında psikologların çocuklarımızı fiziksel özellikleri ile sevmememizi önerdiğinden bahsetmiş. Eğer sadece fiziksel güzellikleri ile "güzel kızım, yakışıklı oğlum" diye seversek, översek buna güvenip diğer alanlarda başarılı olmaya çalışmaktan uzaklaşabilirlermiş. Belki haklıdır psikologlar ama ben tavsiyelerine uymuyorum çünkü kendimden biliyorum ki "Güzel kızım/oğlum" diye sevilmeyen çocuklar kendilerini sevemiyor.

Ben küçükken tüm akrabalarımız sürekli aynı şeyi söylerdi:

- Ay bu kız hiç Tülay'a (annem) benzemiyor. Tülay çok güzel bir bebekti/çocuktu/genç kızdı. Bakan durup/dönüp tekrar bakardı.

Tüm çocukluğum ve genç kızlığım bu söylem ile geçti. Anneme hiç benzemiyordum, annem çok güzeldi. Demek ki ben çok çirkindim. Upuzun, zayıf ve kısacık saçlı bir çocuktum. Ortaokulda "İnce Memed"i okuduktan sonra bir sınıf arkadaşım beni gösterip" İşte bu da "Uzun Memed" demişti. Tabi ki üzerime yapıştı o lakap.

Genç kızlık yıllarımda hoşlandığım çocuklar hep arkadaş olarak gördü beni. Hiç ilk tercih ben olmadım. Sonra ne mi oldu? Sonra güzel olduğumu söyleyenlere de inanamadım. Eşime bile göz doktoruna mı gitsek acaba dedim, hâlâ diyorum.

Yıllarca hiç sevemedim kendimi. Çok uzundum, önceleri çok zayıftım, sonraları şişman. Saçlarım erkek gibi kısaydı hep sonra da hiç uzatamadım, yakıştıramadım kendime. Daha anlatamayacağım bir sürü şey... Öyle hatalar yaptım ki kendimi sevemediğim için... Demem o ki çocuklarınızı lütfen "Güzel kızım / yakışıklı oğlum" diye de sevin. "Akıllı kızım/oğlum, becerikli kızım/oğlum, merhametli yavrum" diye de sevin tabi ki.

Ben kızıma her gün sarılıyorum, öpüyorum ve "Güzel kızım seni çok seviyorum" diyorum. Bundan bir zarar geleceğini de hiç sanmıyorum. Olsa olsa biraz fazla özgüveni olur, n'apalım o kadarı da oluversin :D



Hiçbir şey tek başına anlamlı değil ama yaşadığımız dünyada fiziksel görünüşün hiç önemli olmadığını söylemek de yalan olur. Bu yüzden çocuklarımızın kendileri ile ilgili yanlış fikirlere kapılmamaları için güzel olduklarını da söylemeliyiz bence çocuklarımıza. Ama tabi ki "prenses kızım, paşa oğlum, aman da dünya güzeli kızım/dünya yakışıklısı oğlum, büyüyünce kızları/oğlanları peşinde koşturacak" türünden bir sevmeden bahsetmiyorum. Her şey dozunda güzel.

10 Mart 2019 Pazar

Hastaneden Bildiriyorum...

Aslında bu yazıyı geçen hafta yazacaktım ve konusu sadece e-reader, e-book ve podcastler olacaktı. Oysa şimdi durum biraz daha karışık.

Şu an Soma Devlet Hastanesi'ndeyim. Babam çarşamba günü apandist ameliyatı oldu. Perşembe günü apar topar Soma'ya geldim. Apandisti bağırsakların arkasında bir yere yapışmış ve karın bölgesi iltihap toplamış. 2 saatlik ameliyatta zorla çıkarmışlar apandistini. Normalde ertesi gün taburcu ediyorlarmış ama iltihap yüzünden çıkarmadılar babamı. 4 gündür serum takıyorlar. Kardeşimle nöbetleşe kalıyoruz yanında. 

Babam ameliyata gireceğini söyleyince  aklıma ilk gelen Arya ne olacak sorusu oldu. Götüreyim mi, evde kalsa nasıl olacak, Evrim vardiyalı çalışıyor, acaba annemler mi gelse diye düşünerken arkadaşlarım yetişti imdadıma, "Bizde kalsın Arya." dediler. Arya aşırı sosyal ve bağımsız bir çocuk olduğu için acaba bizi arar mi, ağlar mi, üzülür mü diye hiç düşünmedim. Sadece şımarıklık yapar mı, onları üzer mi diye endişe ettim ama şükür Arya gayet iyi idare etti kendini :) Tabi 3 yıldır Hopa'da olduğumuz için arkadaşlarımıza alışkın Arya. Özellikle bu yıl hemen hemen hergün buluşup beraber vakit geçirdiğimiz için hiç yabancılık çekmedi.



Aileden uzak yaşayınca hastalık, kaza, ölüm gibi olağandışı hallerde çocukla hareket etmek çok zor oluyor. Çocuğu götürmek ayrı zor, bir yere bırakmak ayrı. Çocukla gitsem hangi birine bakacaksin,  hastaya mi çocuğa mi? Çocuğu bıraksan kime bırakacaksın, çocuk duracak mi, ağlar mi, üzülür mü, üzer mi?..  İşte böyle durumlarda insanın gerçek dostları olması paha biçilemez. Hemen yardima koşup gereken neyse yapıyorlar. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Daha önce kontrol için Ankara'ya gittiğimde Özlemlerde ya da Meltemlerde kalıyordu Arya ama 1 gece baska 4-5 gece baska tabi. Yine de arkadaşlarımız sağolsun gözüm hiç arkada kalmadı. Hakkını yemeyeyim Arya da kimseyi üzmedi bu süreçte (üzdüyse bile bana anlatmadilar :)

Arya konusunu çözünce işler nispeten kolaylaştı. Ilk uçakla Izmir'e geldim, ordan Soma'ya. Ama maalesef evden çıkıp hastaneye varmam tam 5 farklı araç ile 13 saat sürdü. Bu sürede sürekli kitap okudum. Hatta bir kitabı bitirdim, şu an ikinci bir kitabın yarısına geldim. Eve dönene kadar muhtemelen 3. kitaba geçerim. Kitapları nasıl okuduğuma gelince, o ayrı bir yazı konusu. Yazınca buraya link ekleyeceğim. 

Pazartesi babamı eve çıkardıktan sonra gece uçağı ile döneceğim eve inşallah. 


27 Ocak 2019 Pazar

Hayal Kırıklıklarımızın Sebebi Hayallerimiz

Şöyle bir düşünelim, niye mutsuz oluyoruz acaba?

Kafamızda bir senaryo yazıyoruz, işler o senaryoya göre gitmezse mutsuz oluyoruz. Hayal kırıklıklarımızın sebebi hayallerimiz. Hiç hayal kurmayalım demiyorum tabi ki! Hayal kurarken gerçekleri tamamen gözardı etmeyelim demek istiyorum.

Çok yakın zamanda şahit olduğum bir tartışmanın sonucunda mevcut koşullardan mutsuz olanların, başkalarının hayatlarına gıpta edenlerin, hatta şiddetle bu fikre karşı çıksalar da başkalarını kıskananların genellikle kendi hayallerindeki dünyada yaşayamadıkları ve belli beklentileri karşılanmadığı için hırçınlaştığını fark ettim. Karşılıklı ilişkilerimizde de durum aynı. Bizi mutsuz eden karşımızdaki kişinin tavırları değil aslında. Bizim ondan beklediğimiz tavırları, davranışları, sevgiyi, ilgiyi göremiyor oluşumuz asıl neden. Yani kendi beklentilerimiz bizi mutsuz ediyor. Oysa karşımızdaki insanın özünü anlayıp ondan asla olmadığı ya da asla olamayacağı biri gibi davranmasını beklemek yerine mevcudu kabullensek her şey çok daha basit ve kolay olacak. Ama biz işi karmaşıklaştırıyoruz. Karşımızdaki bizi anlasın, ona göre davransın istiyoruz ama aynısını biz yapmıyoruz. Önce biz karşımızdakini anlasak, biz ona göre davransak... Ona göre davranmak derken herkes karşısındakinin istediğini yapsın demek istemiyorum.



Örnek vermek gerekirse; ben çok dik kafalı, inatçı, dediğim dedik biriyim ve önerilere pek de açık değilim. Bana "Bunu şöyle yapalım mı? diye sorup "Hayır" cevabını aldıktan sonra ısrar etmenin hiç bir faydası olmayacağı gibi bir iki seferden sonra epeyce zararı olabilir. Bunu bilen -açık açık anlatıp durumu izah ettiğim- birinin defalarca kez aynı şeyi yapıp ben ters tepki verince de kırılması, bozulması garip geliyor bana. Demem o ki karşımızdakini iyi tanırsak vereceği tepkileri bilerek davranırsak alacağımız karşılık yüzünden mutsuz olma olasılığımız epeyce düşer.

Her konuda, her ilişkide beklentilere sarılıyoruz. Mutluluğumuzu mevcut üzerine değil de kafamızdaki beklentiler üzerine inşa etmeye çalışıyoruz. Beklentilerimiz karşılanmayınca, hayallerimiz suya düşünce de saldırmaya, can yakmaya başlıyoruz. Hayal kırıklığına, haksızlığa uğradığımızı düşünürken asıl biz haksızlık ediyoruz karşımızdakine.  Aynı kural ebeveyn-çocuk ilişkisi için de geçerli.



Acaba bugün kaçımız biz büyürken anne-babalarımızın bizler için hayal ettikleri geleceğe sahibiz? Eminim birçoğumuz farklı yönlere gittik. Herkes doktor, avukat, öğretmen vb. olmadığına göre :) Peki bu yüzden kaçımızın ailesi mutsuz? Kaçımızın ailesi sadece bizim yaşıyor oluşumuz, sağlıklı oluşumuz, seviyor ve seviliyor oluşumuzla yetinip mutlu oluyor ve bizi eleştirmiyor? Sayıları cidden merak ediyorum.


Anne-baba olunca ister istemez hayaller kurup beklenti içine giriyoruz. Önce uysal bebekler hayal ediyoruz, sonra uslu çocuklar, akıllı ergenler, başarılı bireyler... Evlensinler, bizi torun torba sahibi yapsınlar. Yaşlanınca bize baksınlar. Liste uzar gider. Aslında anne-baba olarak dünyaya yeni bir nesil getirmek için basit birer araçken, beklentilerimize kapılıp evrenin merkezi olmak, çocuklarımızın sahipleri, efendileri olmak istiyoruz. Çocuklarımız bizim malımız değil, biz onların sahibi değil ancak koruyucuları ve bir yere kadar yol göstericileri olabiliriz. Bir yere kadar diyorum çünkü boynuz kulağı geçmeli ki ilerleme gerçekleşsin. Bir yerde onları bırakmalıyız ki dünyayı kendileri keşfetsin ve bizden ileri taşısınlar.


Hayal kırıklıklarımızı süpürüp mevcuda yer açarsak söz veriyorum daha mutlu bir hayat yaşayacağız hep birlikte :)