21 Temmuz 2018 Cumartesi

Olmayana Odaklı Zihinlerimizi Sıfırlayıp Baştan Başlatmak



Bu kez anne-çocuk odaklı bir yazı yazmıyorum.

Bu kez beni yıllarca mutsuzluğa iten zihnimden ve kendi değişimimden bahsetmek istiyorum.

keep calm and reset your mind ile ilgili görsel sonucu

Zihinlerimiz -en azından benimki- sürekli olmayana odaklı. Hâlihahazırda mevcut olandan çok olmayanı görüyoruz, olmayanı istiyoruz. Çoğumuz kendi hariç her şeyi değiştirmek istiyor. Eşimizin mizacını, düşünme tarzını, davranışlarını, işimizin barındırdığı saçmalıkları, zorlukları, evimizi, arabamızı, eşyamızı, arkadaşlıklarımızı, ailevi ilişkilerimizi.... Neredeyse her an değişmesi gereken bir şey buluyoruz. Ben de böyleyim çoğu zaman. Daha doğrusu kısa bir süre öncesine kadar hep öyleydim. Artık daha az öyleyim.

Yıllarca hiç var olmayan, hiç var olamayacak bir Rüya vardı kafamda, o kadın olmalıydım. Ama değilim. Gerçekte var olmayan bir "Evrim" vardı aklımda, Evrim öyle olmalıydı. Ama değil. İşimden çok zevk almalıydım, öğrenciler anlattığım her şeyi öğrenmeli, İngilizce'yi çok sevmeliydi. Ama çoğunun umrunda değil. Kısacası kafamda bambaşka bir hayat vardı, her şey öyle olmalıydı. Olana dek huzur bulamayacaktım sanki. Sürekli bir şeyler değişsin istiyordum ama ben hiç değişmiyordum. Üstelik senelerdir de "Ben böyleyim, yapacak bir şey yok. Beğenmeyen küçük oğluna almasın" diye ukala ukala konuşuyordum. Sonra bir an geldi, ben kendi yarattığım bu saçmalığın farkına vardım. Bunun hastalıkla ya da ameliyatla falan alakası yok. Aydınlanma öncesinde geldi. Ama öyle "Bir an durup etrafıma baktım, her şey berraklaştı" tarzı bir aydınlanmadan bahsetmiyorum.

Üniversiteden beri okuduğum karikatür dergilerinden birinde (Uykusuz dergisiymiş) yer alan, Cihan Kılıç'ın çizdiği "Ama arkadaşlar iyidir" köşesinin ismini çok severim. Gerçekten de arkadaşlar çok iyidir. Doğruyu yanlışı beraber öğrenirsin; kimi zaman beraber belaya sokarsın başını, kimi zaman bir arkadaşının yardımı ile kurtarırsın paçayı. Benim aydınlanmamda da arkadaşlarımın etkisi çok büyük. Son bir yıl içinde hem arkadaşlarımın hayatına, hem de kendi hayatıma daha farklı gözlerle baktım. Bazılarımızın dertleri diğerlerinin aksine genellikle anlık, günlük şeylerdi ama o anlık, günlük şeyler beni o kadar çok yıpratıyordu ki arkamda bırakıp hayatıma devam edemiyordum. Elde ettiğim ufak zaferlere sevinemiyor, her an memnuniyetsizlik hissedecek bir şey buluyordum.

Şöyle bir uzaklaşıp kendime bakınca soğudum kendimden hatta epeyce gıcık oldum kendime. Değişmek için hiçbir şey yapmadan, sürekli bir şeyler değişsin diye şikayet eden bir kadın vardı tam karşımda.  Şu anki ben o kadını dinlemek istemiyor. Çünkü o kadın bildiğin şımarık, bildiğin kaprisli, bildiğin katlanılmaz. Yıllar içinde memnuniyetsizlik ve peşinden gelen şikayetler üniformam olmuş; uyanır uyanmaz giymişim üzerime. Birkaç örnek vereyim de siz de o kadını yakından tanıyın.

Eşimle tanıştığımızdan beri her şeyi paylaşırız. Ev işlerini de paylaşıyoruz. Hatta bir listemiz var, herkesin görevleri belli. Evrim yıllardır öyle yada böyle o listeye uyuyor hatta çoğu zaman benim görevlerimin bazılarını da yapıyor. Ama tabi kendi canı istediği anda, kendi istediği şekilde yapıyor. Ben de yıllardır sürekli "Yapılması gerektiği zamanda yapmadıktan sonra ne fayda? Kendi keyfine göre yapıyorsun! Ben defalarca söyledikten sonra, zamanı geçtikten sonra yapınca anlamı yok ki!" diye dırdır yapıyorum. Bu konu açılınca da yaptığı her şeye rağmen bunları bana yardım etmek olarak görmesine takılıp "Bunun adı yardım değil, eşitlik! Bunlar zaten yapman gereken şeyler, yani bana yardım etmiş olmuyorsun. Sorumluluğunu yerine getirmiş oluyorsun." diye kafa ütülüyorum. Ama asıl nokta: Adam yapıyor mu? Yapıyor. Söylediklerim mantıksal düzeyde doğru bile olsa sadece teferruat, sadece egosal çatışma, sadece vakit kaybı. Bu küçük bir örnek. Yıllardır hayat hep böyle anlamsız çatışmalar yumağı. Örnekler o kadar çok ki...

Evrim'e göre doğum günlerinin hiç bir özel anlamı yok. Bana göreyse çok özel günler. Öyle Anneler Günü - Babalar günü- Sevgililler günü gibi genel günlere hiç takılmam ama doğum günüm bana özel. Yıllardır bu konuda tartışırız Evrim'le. Her yıl beklenti içine girerim ve her yıl hayal kırıklığı yaşarım. Bu mevzuda da salaklık bende, adam kendi çapında elinden geleni yapıyor (Sana ne alayım? Beğendiğin bir şey var mı? Dışarda mı yemek yesek o gün? Ne yapsak?) ama ona göre önemi olmayan bir şey için benim beklenti seviyemi yakalaması mümkün değil ki! Ben beklentimi ona göre ayarlamadıkça sonuç belli. O her yıl soruyor, ben her yıl kendi kendine düşünsün, plan yapsın, sürpriz hediye alsın diye bekliyorum. Ama olmayınca olmuyor. Durumu kabullenmek, değişmesini ummaktan daha basit aslında. Onu değiştiremiyorum; kendimi değiştirebilirim. Bu yıl doğum günü planımı kendim yapacağım ve hediyemi de şimdiden seçtim :D Yani umarım ilk kez bu doğum günümün sonunda Evrim'le tartışmayıp birlikte eğleneceğiz.

Tanıştığımız geceden beri Evrim'in gamsız tasasız, rahatına düşkün biri olduğunu, evden çıkmayı pek sevmediğini, en sevdiği şeylerin bilgisayar oyunları, yabancı film ve diziler olduğunu biliyorum. Bense doğuştan huzursuz, yerinde duramayan, evde daralan, her fırsatta kendini dışarı atan ve çok uzun süre ekrana odaklanamayan biriyim. Yıllardır n'apıyoruz peki? Ben sürekli Evrim'i dışarı çıkmaya zorluyorum ama bana asla yetmiyor. 2 gün dışarı çıksak ve 3. gün Evrim çıkmak istemese surat asıyor, kapris yapıyorum  yapıyordum. Artık yapmıyorum. Gerçekten gitmeyi çok istiyorsam "Peki o zaman ben çıkıyorum." diyorum. Evrim de sadece "Tamam, çok geç kalma" diyor. Bazen de ben onunla evde kalmayı tercih ediyorum. Birlikte film/dizi izliyoruz ya da oyun oynuyoruz. Böylece dırdır yaparak ve tartışarak geçireceğimiz zamanı birlikte ya da ayrı ayrı eğlenerek geçirebiliyoruz.

Düzenli aralıklarla tartıştığımız, bozuştuğumuz, sinir olduğumuz günlere dönüp bakınca tek sebep görüyorum: "Değişmeden değiştirmeye çalışmak, mevcuda değil olmayana odaklanmak". Peki, artık hiç tartışmıyor muyuz? Öyle bir dünya mümkün mü acaba :)))) Yine tartıştığımız oluyor tabi ki ama çok nadiren ve çok çabuk sonuca ulaşıyoruz. Eskisi gibi aralıksız dırdır yapmıyorum. Durup neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğimize bakıyoruz ve çözüm kendiliğinden geliyor. 12 yıldır birlikteyiz ve geriye dönüp baktığımda Evrim'i suçladığım birçok mevzuda en az onun kadar suçlu olduğumu ve onun hakkını yediğimi görüyorum. Hatta bazen 12 yıldır nasıl bir arada kaldığımıza şaşırıyorum. Evrim'in her daim çok eleştirdiğim gamsızlığı olmasa ve beni bu kadar çok sevmese kalamazdık belki de.

Bir ilişkiyi sürdürmek için "Sevmek yetmiyor, fedakarlık ve özveri gerekiyor." deriz ya hep; işte o fedakarlık ve özveriyi hep karşı taraftan beklemenin adı "bencillik". Ben yıllardır bencillik edip kapris yaptığımı ve zaman zaman kendimi haklı göstermek için mevzuları çarpıttığımı kabul ediyorum. Sadece evliliklerden, kadın-erkek ilişkisinden bahsetmiyorum. Her konuda hep benim dediğim olsun, hatta daha ben söylemeden karşı taraf düşünüp öyle yapsın, her şey benim hayal ettiğim gibi olsun, son sözü ben söyleyeyim, her şey beni mutlu edecek şekilde sonuçlansın istiyoruz her ne kadar itiraf etmesek de. Yani tabi sizi kesin olarak bilemem de ben öyleyim en azından.

Ne zaman hayatımızda bir sorun yaşasak ve bunu bir yakınımıza anlatsak öyle detaylar verip, öyle kesitler anlatıyoruz ki sadece kendi haklılığımızı kanıtlayacak yerlere odaklanıyoruz. Oysa olayın bütününe baktığımızda kesinlikle karşı tarafın haklı olduğu noktalar da vardır ama o anda kimin umrunda değil mi? Hadi diyelim biz haklıyız ve karşı taraf haksız. Haklı olmak tek başına çözüme ulaştırmıyor. Haklı da olsak haksız da sağ duyulu olmayı başarıp bir orta yol, bir çözüm yolu bulmaya odaklanmalıyız. Oysa tek derdimiz "Evet, çok haklısın" cümlesini duymak. Biliyorum ki bir sürü kişi bu yazıyı okuyunca "Ben hiç de böyle değilim, ben sadece karşımdakilerin biraz daha ince düşünmesini istiyorum" diyecek. Belki de durum sizin için öyledir. Ama bence yine de o ince düşünceyi karşıdan beklemek yerine biz bir adım geri çekilip "Ben ne yapabilirim? Neyi değiştirebilirim?" diye düşünmeliyiz.

"Ben artık aştım bunları; oldum; piştim." demiyorum tabi ki. Diyemem. Sadece farkındalığımın hayli arttığını ve başkasını suçlamadan ya da başıma gelenlerin haksızlık olduğunu iddia etmeden önce sakin kalıp düşünmeye ve hatalarımı fark etmeye çalışıyorum. Karşımdaki kişiden olmadığı biri gibi davranmasını beklemiyorum; benim için değişmesini beklemek yerine onu değiştirmeye çalışmadan sevmeyi öğrenmeye çalışıyorum.

Kısacası hep elimizde olmayanı istemekten vazgeçip elimizdekilere odaklanırsak; karşımızdakilerin olmasını istediğimiz insan olmak için çabalamasını beklemek yerine, önce kendimiz olmak istediğimiz o insana ulaşmaya çalışırsak çok daha mutlu olabiliriz demek istiyorum. "O niye öyle yaptı, böyle yapmalıydı; bu niye böyle oldu, öyle olmalıydı" diyerek harcanacak kadar çok boş vaktiniz varsa siz bilirsiniz tabi :)