30 Ağustos 2019 Cuma

Bu Yazıyı Yazmak Boynumun Borcu

Bu blogu açmamın 3 sebebi vardı:

1. Arya büyüdüğünde okusun, ona hatıra kalsın,
2. Benim gibi acemi annelere ışık olsun, bir yararı dokunsun,
3. Yazmayı çok sevdiğim için yazdıkça ruhum doysun.

6 yılın ardından bakınca ilk 2 yılı saymazsak son 4 yıldır yola neden çıktığımı unutup blogu ağlama duvarına çevirmişim. Hep şikayet, hep hezeyanlar... 2-3 yazı da bir biraz pozitif, biraz umut vaadeden yazı olsa da genel atmosfer kâbus gibi (" ^ "işareti artık kullanılmıyor biliyorum ama kabul edemiyorum. Hiç "kabus"la "kâbus" kelimesi aynı mı şimdi Allah aşkına!).

Gelelim şimdi neden yazıyorum. Dün gece 6 yıllık anneliğimin en kötü gecesi olabilirdi. Allah'tan kıyısından döndük. Arya babası gelene dek bizim yatakta uyumak için izin alıp bizim odada yattı. Tavanda kocaman bir pervane var ve daha önce Arya'yı defalarca kez pervaneden sarkan zincirlere uzanmaması için uyardık. Ama tabi yine de birkaç kez tam iş üstündeyken yakaladım Arya'yı. Dün gece de yattıktan 2 dk sonra zincir sesi duyunca koşarak yatak odasına gittim ve Arya'yı tam kendini yatağa atarken yakaladım. Hiç ne yaptığını sormadan sürükleyerek yataktan kaldırıp kendi odasına attım Arya'yı. "Cezalısın, bir daha bizim odamıza girmeyeceksin!" diyerek azarladım. Arya ne olduğunu anlayamadı ve ağlamaya başladı. "Ama ben bir şey yapmadım." deyip durdu. Hiç dinlemedim.  Sinirli sinirli işaret parmağımı sallayarak tehditkar bakışlar eşliğinde "Çabuk yatağına yat ve uyu!" dedim.

Arya yattı ama içli içli ağlaması kesilmedi. O ağladıkça ve benim ilk andaki korkuyla karışık öfkem geçtikçe pişmanlık hissi ağır basmaya başladı. Sonunda dayanamayıp yanına gittim. Onu kaç kez pervane ile ilgili uyardığımızı, o zincerlere asılırken pervanenin tavandan çıkıp üstüne düşebileceğini, onu yaralayabileceğini anlattım. O zaman Arya: "Ben pervanenin zincirine asılmadım ki! Dışardan ses duydum, kalktım perdenin zincirini çekip açtım, dışarı baktım. Sonra da senin geldiğini duyunca hemen yatağa atladım anne." dedi. Hatta kalkıp ne yaptığını, nasıl yaptığını gösterdi ve duyduğum sesin nereden geldiğini görmüş oldum. O an hissettiğim pişmanlık iyice arttı tahmin ettiğiniz gibi. Arya'yı kucağıma alıp özür diledim. Onu çok sevdiğimi ama çok yorulduğumu anlattım. Arya bana anlamaz gözlerle baktı.

Nasıl anlatılır ki 6 yaşında bir çocuğa hayatın bazen insanı çok zorladığı, üstüne üstüne gelip köşeye sıkıştırdığı, kendi kararlarını sorgulattığı, pişmanlık duygusunun ağır bastığı sonra vicdan azabının pişmanlıkları da bastırdığı? Anlatamadım. Sadece tüm gün onun peşinde koşturmak zorunda kalınca, istekleri hiç bitmeyince, o sürekli mızmızlanınca, avaz avaz bağırarak konuşunca, koltuktan koltuğa atlayınca, koridorda bir o yana bir bu yana koşunca, dur, yapma, etme, yavaş dediğim halde beni hiç dinlemeyince kendimi çok kötü hissettiğimi, çok sinirlendiğimi, sinirlenince aslında hiç yapmak istemediğim şeyleri yaptığımı anlatmaya çalıştım. En sonunda da "Eğer sen bu saydıklarımı yapmazsan, daha sakin anlatırsan isteklerini, yaptığımız planlara uyarsan, kendine ya da başkalarına zarar verecek şeyler yapmazsan ben de yorulup sinirlenmem ve sana bağırmam" dedim. "Tamam annecim" dedi, sarıldık, öpüştük koklaştık ve Arya uyudu.

6 yıldır (vay be 6 yıl olmuş tanışalı Ceren) hep olduğu gibi Öğrenen Anne, Ceren'le konuşmalarımız (ilk başlarda sadece yazışmalarımız :) kendimi anlamama yardımcı oluyor. Kendi annemle olan ilişkim, çocukluğum, genç kızlığım... her şey o kadar etkiliyor ki Arya ile olan anne-kız ilişkimizi. Geriye dönüp irdeledikçe, aynı hataları yapmak istemedikçe, yani çırpındıkça durumu kurtaracağıma daha da batırıyor gibiyim her şeyi.

Ne kadar istemesek de büyüdükçe annelerimize benziyoruz. Okuldan eve 5 dk geç kalsam annem mahalleyi ayağa kaldırırdı. Hiç anlam veremezdim. "Anne olunca anlarsın." derdi annem. Şimdi şimdi anlıyorum. Arya ilkokula başlayacak. Kafamda deli sorular: "Ya ben almaya gitmeden önce okuldan çıkarsa, ya eve gelmezse, ya arkadaşlarına uyar başka yerlere giderse, ya başına bir şey gelirse... Ne yaparız? Nasıl buluruz Arya'yı?" O kadar gerginim ve o kadar hazır hissetmiyorum ki kendimi, patlamaya hazır barut fıçısı gibiyim günlerdir. En ufak bir şey de coşuyorum, kırıp geçiriyorum ortalığı. Bir de epeydir beni geren başka bir konu daha var.

Kiracı olarak oturduğumuz şu anki evimizde alt komşumuz yaşlı bir kadın. Tek başına yaşıyor ve türlü türlü hastalığı var. O kadar suratsız, o kadar aksi ki... Bizi birkaç kez ev sahibimize ve apartman yöneticisine şikayet etti. Ama bildiğin iftira atarak. Güya biz Arya'yı evde yalnız bırakıp gidiyormuşuz, çocuk tepiniyormuş, bağırıp çağırıyormuş, evin içinde at gibi koşturuyormuş ve daha neler neler! Şikayet etmekle de yetinmiyor olur olmadık zamanda sopayla tavana vurarak bizi taciz ediyor. Olur olmadık diyorum çünkü mesela gündüz vakti evde temizlik yapılırken, elektrik süpürgesinden rahatsız olup vuruyor tavana. Mutfakta sandalyeyi çekip sofraya oturduğumuzda vuruyor. Bazen evde çıt çıkmazken, Arya evde bile değilken, durduk yere can sıkıntısından vuruyor.

Tatilden önce evde temizlik yapılırken yine tavana vurunca hiç üşenmedim, indim aşağıya, çaldım kapısını: "Teyzecim, n'oldu? Rahatsızlandınız mı, bir şey mi oldu? Yardım için mi vurdunuz acaba tavana?" dedim. "Hayır yani evde temizlik yapılıyor, herhalde gürültü için vurmadınız?" diye ekledim hemen belki utanır diye. Ama nerdeeee? Açtı bayramlık ağzını, yumdu gözünü teyze: "Temizlik gürültüsü değil bu, yalan söyleme! Bana inat olsun diye mahsus yapıyorsunuz. Beni delirtmek için yapıyorsunuz. Madem böyle yaramaz çocuğunuz var, giriş katından ev tutsaydınız. Sabah akşam koşuyor, tepemde gacur gucur eşyaları itip çekiyor. Gözüme uyku girmiyor aylardır........"

Sabır deyip derin bir nefes aldım ve gayet sakince: "Teyzecim, biz ailecek evden sabah 8'de çıkıp akşam 5'te giriyoruz. Çocuk 8'de, en geç 9'da uyuyor. Yani 5'ten 8'e - 9'a, hepi topu 3- 4 saatcik evde ve uyanık oluyor benim çocuğum. Onda da tabi ki put gibi oturmayacak. Hafta sonu desen zaten park bahçe geziyoruz, evde değiliz. Akşamdan akşama 4 saat katlanacaksın yapacak bir şey yok. Çocuğu bağlayacak halimiz yok ya!" dedim ve onu hâlâ söylenirken bırakıp eve döndüm ama o günden beri yere iğne düşse benim tüylerim değil tüm saçlarım diken diken, sinirlerim laçka. Sürekli tetikteyim. Arya gürültü yapmasın, kadın sopayla vurmasın diye yırtınıyorum. Biliyorum çok saçma ama engelleyemiyorum kendimi. Kadın ayarlarımı bozdu.

Yine destan yazdım. Ama yazmadan olmuyor işte!

Uzun lafın kısası mümkün oldukça sinirlerime hakim olmaya çalışıyorum. Bağırmayan anne olmak benim için imkansız zaten ama en azından yerli yersiz sinirlenip ota b.ka bağırmayan anne olmaya çalışıyorum şu sıralar. Sonuçta tüm kabahat Arya'da değil, o sadce 6 yaşında bir çocuk. Ona doğruyu göstermek, anlatmak, açıklamak, örnek olmak bizim sorumluluğumuz. Bunun farkındayım ve çabalıyorum.

18 Ağustos 2019 Pazar

Krizsiz Gün Geçmiyor

Dün gece Arya'ya iki ayrı öykü okuyup yatırdıktan sonra koşuya çıktım. 4 tur koşup 2 tur da yürüdüm ve eve geldim. Tüm stresimi atmıştım ki duşa girmemle her şey sil baştan. Kombinin şalteri kapatılmış. Soğuk suyla duş aldım. İyi ki yaz mevsimindeyiz.

Duştan çıkınca önce ev halkına sordum siz mi kapattınız kombiyi diye. Hayır cevabını alınca suçlunun Arya olduğundan emin oldum. Sabah olsun ben ona evire çevire göstercem gününü derken mükemmel ceza fikri dededen geldi: "Sok buz gibi suyun altına, kapatırsan bu düğmeyi böyle olur işte!" dersin dedi. İçimden bir ses "Sabahı bekleme, şimdi kaldır, sok buz gibi suyun altına!" dediyse de uymadım tabi o sese. Sabaha sinirim yatıştığı için değil de Arya'yı yıkamakla uğraşmak istemediğim için bir daha kombiyi kapatırsa buz gibi suyla yıkanacağını korkutucu bir şekilde anlatmakla yetindim. Daha kombinin sinirini atmadan arka balkona çıkıp tükenmez kalemle boyanmış pimapenleri görmem süper oldu. Arya baş harfini de yazarak imzasını da atmış eserine.

Uzaktan bakınca "Aman canım ne var bunda? Bi kere soğuk suyla yıkanmaktan ne olacak? Pimapenleri de silersin geçer." denilecek bir durum gibi görünüyor biliyorum ama işte içindeyken ve çırpındıkça daha da içine düşerken öyle gelmiyor insana. Her gün, her saniye böyle ufak ufak bir sürü sorun, saçmalık, karmaşa ile geçiyor ömür. Çok yoruyor. Defalarca kez aynı şeyleri anlatmak içimi sömürüyor. Hele de sakin kalmaya çalışmak... İçimde volkanlar kabarıyor, kabarıyor, kabarıyor...

Biliyorum çocuk işte! Biliyorum büyüyecek! Biliyorum bilerek, isteyerek yapmıyor! Biliyorum, amacı beni delirtmek değil! BİLİYORUM! Ama bilmekle yetinemiyorum. Sayıyorum içimden 10'a kadar, 100'e kadar, 1000'e kadar... Korkuyorum sonsuza dek böyle saymaktan!

İyi günler, kötü günleri karşılamıyor bazen!
Lütfen artık normal günlerin sayısı yensin böyle delirten günlerin sayısını!

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Annelik vs. Bencillik


21 yıldır abla, 6 yıldır anneyim 😱 Çok acayip geliyor bazen. Anne olmak zor. Özellikle de benim gibi "ben"cil kişiler için daha zor. Benim isteklerim vs. Arya'nın istekleri, benim ihityaçlarım vs. Arya'nın ihtiyaçları... Sakin kalıp konuşabildiğimizde anlaşıyoruz. Anlaşınca her şey süper 😃 ama işte her zaman öyle basit değil hayat maalesef. Onun istekleri ile hayatın öncelikleri çelişiyor sürekli ve ben sürekli ve tekrar tekrar bunu açıklayacak kadar sabırlı değilim. Şu noktada "Yaparken aklın neredeydi?" diyen varsa sakın ola karşıma çıkmasın zira o zamanlar kimse durup da bana böyle olacağını anlatmadı. Bebeği/çocuğu olanlar, biz çekiyoruz siz de çekin dercesine ağız birliği etmiş gibi hiç uyarmadı bizi. Bense 6 yıldır misyoner gibi herkesi uyarıyorum ama işte yine de kendisi yaşamadan anlamıyor insanlar. 6 yılın sonunda tünelin ucunda ışık görünüyor diyebilirim 🙂 4'ten sonra yük hafifliyor, 5-6 nispeten daha kolay. Hatta zaman zaman eğlenceli bile diyebilirim 😁 Bakalım okullar açılıp da Arya ilkokula başlayınca neler olacak 🤨












Not: Fotolar eğlenceli günlerden, anlardan. Berbat günlerimiz de oluyor. Onları da burda, blogda bol bol anlatıyorum tüm gerçekçiliği ile. Hayat instagram fotolarından ibaret değil tabi ki 😒 Keşke olsaydı :D


10 Ağustos 2019 Cumartesi

Bocalıyorum

Halbuki gayet de iyi idare etmiştim hamileliği ve anneliğin ilk 2 yılını. Ne olduysa sonra sonra olmaya başladı. Bir yerden sonra ben yetişemez oldum, yetemedim ne kendime ne anneliğe. Hep biri eksik kaldı. Ben olunca anne olamadım, anne olunca ben. Yetersizlik hissetmeyi de kabullenemedim. Sürekli olduğu kadar işte dedim kendime de içimin içimi yemesini durduramadım. Dışı başkalarını yaktı, içi beni kavurdu.

Geriye dönüp en baştan okuyorum şimdi blogu. Nasıl anne oldum, anne olduğumda nasıldım, ne ara yolu kaybettim, ipin ucunu ne ara kaçırdım. 16. ayda şu yazıyı yazmışım. Aryasız 1 gece zor dayanmışım. Sonra 23. ayda şu yazıyı. 16. ayda ben onsuz ağlamadan 1 gece duramazken 23. ayda o ağlamadan bensiz 1 sn duramaz olmuş. Rolleri değişmişiz. O günden sonra da hep tünelin ucundaki ışığı arar olmuşum. 2-3 yazıda bir isyanlara boğulmuşum. Anneliğin ilk zamanlarındaki neşeli yazılarım gitmiş hep şikayet, hep sitem, hep isyan ele geçirmiş yazılarımı. Yani 2 yıl idare ettiğim annelik serüvenimde bir noktadan sonra tökezlemeye başlamışım. Acemi annelikten kıdemli anneliğe terfi edeceğimi beklerken raydan çıkmışım.

Blogu ilk açtığımda yazdığım yazılar nasıl pozitif, nasıl aydınlık, nasıl naif... Bir de şimdi ki halimi görseniz... Sürekli bağırıp çağırıyorum Arya'ya hatta dahasını da yapıyorum. Parmağımı kaldırıp sinirden kocaman açılmış gözlerimle üzerine yürüyüp tehdit ediyorum çocuğu. Gözüm dönüyor en ufak şeyde.

Büyürken en nefret ettiğim şey babamın gözlerini kocaman açarak tehditvari tavırlarıyla konuşmasıydı. Karşısındakini sindirmeye çalışan o tavrı beni çileden çıkarırdı. Boyun eğmezdim. İçin için delice korkardım ama asla belli etmezdim, asla boyun eğmezdim, alttan almazdım asla. Kavga ederdik, ceza alırdım yine de ezdirmezdim kendimi, dönmezdim fikrimden. Hâlâ da öyledir ilişkimiz. Tabi büyüdükçe daha cesurlaştı kafa tutmalarım. Arya için de böyle olacak muhtemelen. Çünkü benim tavrım giderek babamın tavrına benziyor. Şu an için korkuyor Arya geri çekiliyor ama susmuyor. İlla ki anlatıyor kendi derdini. Sinirim geçince fark ediyorum yaptıklarımı. Pişman oluyorum ama ne fayda. Hep annemle olan ilişkim geliyor aklıma. İkimizin de hem yaraladığı hem yaralandığı, birbirimize çare olamadığımız, boşa harcanan yıllar... Yaş aldıkça ne kadar çok anneme benzediğimi görüyorum, ne kadar babama... Annemin hüzünlü bakışlarını görüyorum bazen aynada. Babamın o delici sinirli halinin bir yansımasını görüyorum Arya'nın korkarak bana bakan gözlerinde bazen. O an oracıkta pişman oluyorum ama çok geç oluyor.

Yapamıyorum. Beceremiyorum. Ama iş değil ki bu beceremiyorum deyip istifa edesin!

Yapmak zorundayım. Bir yolunu bulmak zorundayım.

Bağırmak istemiyorum. Tehdit etmek, üzerine yürümek hiç istemiyorum. Ama yaramazlıklarına, şımarıklıklarına, bitmeyen isteklerine de boyun eğmek, katlanmak istemiyorum. tüm suçu Arya'ya atmak büyük haksızlık. Ben tükendikçe sabırsızlaşıyorum. İkimizi de yaralamadan onun tavırlarını, benim tepkilerimi düzeltecek bir yol olmalı. Arya beni delirten şeyleri yapmasa ben de zıvanadan çıkmasam... Ama olmuyor işte! Biri çıksa bir çözüm sunsa, o çözüm sihirli değnek gibi hemen çözse tüm sorunları. Ah nerde!