19 Ekim 2018 Cuma

Hayat Döngüsü: İyi Günler, Kötü Günler

Hayatta hep bir iyi-kötü döngüsü olduğunu düşünüyorum. Ara ara eşimle, arkadaşlarımla, ailemle konuşurum bu döngüyü. Benim hayatım hiç tek düze olmadı. Çok kötü günlerim oldu sonra çok iyi günler geldi. Yalnız kaldığım günler oldu, sonra bir sürü arkadaşım olduğu günler. Annelikte de bu döngü sapmadı: doğumum kolaydı, doğumdan sonraki ilk aylar kolaydı, peşinden çok zorlandığım günler, hatta yıllar geldi

Bugünlerde iyi dönemdeyim sanırım. Çok dillendirip nazar değdirmek istemiyorum ama paylaşmadan da duramayacağım. Arya bu yıl büyük gelişim kaydetti. Yaz tatilindeki şımarık, düzensiz, kafasına eseni yapan, istediği olmayınca bağırıp çağıran çocuk gitti, erken yatan, erken kalkan, sınırlı tv hakkına hiç itiraz etmeyen, odasında kendi kendine oyun oynayan bambaşka bir çocuk geldi. Son 3-4 gecedir de tek başına uyuyor. Daha önce odasının hemen dışında oturup uyumasını bekliyordum. 3-4 gece önce "Anne, sen bekleme, git. Ben kendim uyurum" dedi. Önce beni kandırıyor, uyumayacak, kalkıp oyun oynayacak sandım ama günahını almışım. Gerçekten yatıp uyuyor.


Arya geçen sene geceleri uyumak bilmiyordu. Yatakta zıplıyordu, yanında yatmamızı istiyordu, bizi uyutup kendi kalkıyordu. Tam uyuduğunu sandığımda gözünü açıp süt, su, ekmek vs. istiyordu. Kısacası beni çıldırtıyordu. Tabi gece geç uyuyunca sabah vaktinde kalkamıyordu. Mecburen zorla kaldırınca da sürekli ağlayıp mızmızlanıyordu. Sabahları geç kalmadan evden çıkmak deveye hendek atlatmaktan zordu. Hayat kabus gibiydi. Sonra bu sene okul başlayınca Arya erkenden uyumaya ve sabahları sorunsuz uyanmaya başladı. Okul başlayalı 1 ay oldu ve maşallah biz daha hiç kavga etmedik.


Akşamları mutlaka ailecek yemek yemeye ve birlikte en az 15-20dk.lık oyun, resim, çizgi film, dergi okuma, deney gibi bir etkinlik yapmaya özen gösteriyoruz. Ne zaman yapacağımızı Arya belirliyor, ne kadar süre ile yapacağımızı biz. Hem onun istediği oluyor, hem bizim; ortada bir yerlerde buluşuyoruz :)

Tabi yazdıklarım, hayat birden güllük gülistanlık oldu, hiç sorun kalmadı, her şey dört dörtlük oldu gibi anlaşılmasın. Arya'nın bazı gereksiz hırçın tepkileri devam ediyor ama oldukça azaldı. Bir de bu sıralar sık sık şımarık bir ses tonu ve üslupla konuşuyor. Uyarsak da devam ediyor. Şu aşamada çok üstüne düşmemeye, görmezden gelmeye karar verdim. Zamanla geçer diye düşünüyorum. Bu şımarık üslup dışında bir de tabi ki odasını toplamama, oyuncakları diğer odalara da yayma eğilimi tam gaz devam ediyor. Ama olsun bunlar beni pek germiyor. Oda toplanır, uslup değişir yeter ki büyük sorunlar olmasın. Şu an için Arya'nın uyku, yemek, öz bakım gibi temel konularda sorun çıkarmaması beni mutlu etmeye yetiyor. Sadece sabahları Arya ile tartışmadan evden çıkabilmek bile benim için paha biçilemez. Geçen sene her güne stresle başlıyordum. Bu yıl kafam rahat. İnşallah nazar değmez, bozulmadan böyle devam ederiz.

29 Eylül 2018 Cumartesi

Öfke Kontrolü

Çocuklukta edindiğimiz ve yıllarca omuzlarımızda taşıdığımız travmaların izleri ve kişiliğimize etkileri kolay kolay terk etmiyor benliğimizi. Çocukluğum ailevi sorunların içinde savrularak geçti. İlk başlarda sakin ve ürkek olsam da zamanla isyankârlaştım. İsyan edip "Neden biz?", "Neden ben" sorularına bir türlü cevap bulamamak içimi öfkeyle doldurdu. Çok uzun zamandır öfkenin esiriyim. En ufak olayda öfkeme yeniliyorum. İşler yolunda gitmeyince -bir şeyler tam istediğim gibi olmayınca- her şey gözümde büyüyor, büyüyor, büyüyor... 

İş hayatımda nispeten dizginlediğim öfkem özel hayatımda patlamalar halinde ortaya çıkıyor sıklıkla. Annemi kaybettiğimde insanların gündelik, ufak tefek sıkıntıları yüzünden sürekli ağlamalarına dayanamaz hale gelip katil olmadan önce zor bela bir doktorun yanına atmıştım kendimi. Son yıllarda ise tam da benzer gündelik sorunlar yüzünden öfke patlamaları yaşıyorum. Zamansızlık, plansızlık, son dakika çıkan aksaklıklar, ekstra işler, sorumluluklar, istemesem de yapmak zorunda olduğum şeyler... Tüm bunlar kendimi patlamak üzere olan bir volkan gibi hissetmeme yol açıyor. Bir yere kadar tutup bir yerde büyük patlıyorum. Sonra gelsin pişmanlıklar... Sakin kalmam gerektiğini biliyorum ama kalamıyorum.

Öfke patlaması yaşamamak için o noktaya gelmeden önce duruma müdahale etmeye, zorlu durumlardan uzak kalmaya çalışıyorum. Mesela beklentilerimi düşük tutuyorum. Karşılaşabileceğim aksaklıkları önceden düşünüp kendimi buna hazırlıyorum. Sürtüşmelerden kaçınmaya çalışıyorum. İşe yarıyor mu? Bir yere kadar evet ama maalesef %100 çözüm değil bunlar. Mesela tam şu anda kurutma makinesi bitme sinyali veriyor. Zar zor vakit bulup yazdığım şu yazıyı bırakıp makineyi kapatmadığım sürece defelarca kez durup durup çalacak ki o ses beni delirtiyor. Yine ona benzer kemer ikaz sesi de beni çileden çıkarıyor ve eşim dahil birçok kişi kemeri takmamakta (neymiş? yakın mesafeymiş zaten?!) ısrarcı davranıyor. Sonra da ben "durduk yere"(?!) delirmiş oluyorum. O ses beni delirtiyor ve o sesin sorumlusu kemeri takmayan kişi! Bu durumda ben durduk yere mi delirmiş oluyorum acaba? Tamam aşırı tepki veriyor olabilirim ama bu konudaki hassasiyetimi açıkladıktan sonra biraz anlayış beklemek hakkım değil mi?

İçimdeki öfkenin kaynağını sorguladığım zaman mevzu çok derinleşiyor. Derinleştikçe kendimi mutsuz hissediyorum. Hâlâ cevabını bulamadığım "Neden" soruları, "keşke"ler, hatalar, hayaller, gerçekler... Geçmişten gelen o öfkeye odaklanmak yerine şu ana odaklanmak istiyorum. Mevcudu değiştirerek öfkeden uzaklaşmak istiyorum. Bu, sorunu çözmeden sorundan kaçmak gibi görünebilir ama kaçabildiğim sürece sorun yok bence :P






30 Ağustos 2018 Perşembe

Hayat Kitaplarda Anlatılanlara Hiç Benzemiyor

Hamile misiniz?

"Gözünüz aydın!" demek isterdim ama hiç içimden gelmiyor numaradan tebrik etmek.

Şu saatten sonra hayatınız artık sadece sizin değil. Hatta artık "siz" diye bir şey yok! Geçmiş olsun! Kontrolden çıkmış bir rollercoaster gibi düşünebilirsiniz artık hayatı. Hep inişli çıkışlı, tam bitti durdu derken yine en tepeye tırmanıp alt üst olacaksınız.

Bir sürü kitap alıp okuyabilirsiniz. Çok güzel öneriler var içinde. Ben hâlâ okuyorum ama spor olsun diye(!) Çünkü gerçekler kitaplarda anlatılanlara hiç benzemiyor. Bin tane kitap da okusanız elinizdeki ile kitaptaki birbirini tutmuyor. Tüm yöntemleri uygulasanız da sizdeki çocuk kitaptaki tepkileri vermiyor. "Sabırlı olun", "Zaman tanıyın" "Kendinizi onun yerine koyun" ifadeleri bitip tükenen enerjinizi ve sabrınızı sihirli bir değnek gibi bir anda fullemiyor maalesef. Es kaza bazı yöntemler bazı günler işe yarıyor gibi olsa da bir sonraki gün bir öncekiyle aynı olmuyor. Dünkü gibi 10 dakikaya sakinleşir diye beklediğin çocuk, bugün 10 dakikada sinir krizi geçirebiliyor.

Çocuk dediğin yaratığın (evet yaratık! boş yere hiç üstüme gelmeyin!) zaman kavramı yok! Dur durak bilmiyor! "Az sonra" ne demek, "yarın" ne demek, "şimdi olmaz çünkü..." ne demek hiçbir fikri yok onun. O şimdide, tam şu anda yaşıyor. Ne istiyorsa şu anda yapılmalı.

Karnı acıktı, makarna istiyor. Su kaynayacak, makarna 9-10 dk.da pişecek, süzülecek, tabağa konulacak ve yenecek sıcaklığa gelecek. Siz öldünüz! Çünkü o bekleyemez! Ne dersen de!

- Tamam annecim, yapalım beraber.
- Bekleyemem şimdi istiyorum.
- Annecim makarna çiğ, pişmesi lazım.
- Hemen pişir o zaman.

...

-Hâlâ pişmedi mi???? (3 dk bile olmadı henüz) Niye pişmiyooooorrrr yaaaaa!!!! Acıktııııım!!! Daha fazla dayanamıcam amaaaa!!!
-Annecim az sonra hazır olacak. Hadi o pişerken biz de şunu yapalım.
-Ama benim karnım aç. Şimdi yemek istiyorum.
-Hazır olan şu var, ondan vereyim.
-HAYIIIIIR! Ben makarna istiyorum.

...

-Parka gitmek istiyorum.
-Annecim, hava çok sıcak. Hava serinleyince, akşamüstü gidelim.
-HAYIR! Ben şimdi gitmek istiyorum. Canım çok sıkılıyor. Dayanamıcam artık!!!
-Hadi şunu yapalım.
-HAYIR
-Bunu yapalım.
-HAYIR!

...

Hasta olmuş. Burnu tıkalı.

-Nefes alamıyorum yaaaaa!!!
-Sprey sıkalım, burnun açılsın.
-HAYIIIR! Ya dayanamıcam burnum geçsin artık yaaaa!!!

...

Burnu açılmış, bu kez de sürekli akıyor.

-Offff ya niye akıyor sürekli? Akmasın artık! Dayanamıcam artık of yaa!!!
-Annecim gel silelim güzelce, akmaz o zaman.
-HAYIIIIR!!!

...

Gece uyumak istemiyor, sabah yataktan kalkamıyor. Okula zamanında gitmek için Arya'yı en geç 8'de evden çıkarıp anaokuluna bırakmam gerekiyor. Kendi dersim 08.25. Her sabah 7'de başlıyorum Arya'yı uyandırmaya çalışmaya.

-IIIIIhhhhhh! Uykum var yaaaa!
-Tamam annecim 10 dk daha uyu.

Neredeyse saat 8'e kadar devam ediyor bu durum. Zorla kalkıyor; tuvalete girmesi dert, dişini fırçalaması dert, giyinmesi dert, evden kreşe yürümesi dert... Tam gitmeden önce 07.45 gibi uyandırsa diyeceksiniz değil mi?  Onu da denedim tabi ki. Yine kalkmıyor ve kesinlikle işe geç kalıyorum. Gece erken uyusa değil mi? 8'de uyku saati diyorum 9,10,11... Uyumamak için her şeyi yapıyor. 9'da uyku saati diyorum yine aynı... Sürekli inatlaşıyor. Yorulup kalması için her şeyi deniyorum. Tüm gün okulda yorulmuyor gibi bir de okul çıkışı saatlerce parkta oynuyor, evde oynuyor. Ama yok enerji bitmiyor! Okullar açılacak, bana şimdiden stres basıyor. Her sabah aynı çile...

Her şeye "HAYIR"! Hep onun istediği olsun, onun istediği saatte olsun. Olmuyor tabi ki. Her defasında alıp karşıma anlatıyorum ama dinlemiyor bile o sadece mızıklanıyor, söyleniyor, zırlıyor. Sonunda "Peki sen burda ağlamaya devam edebilirsin" diyerek uzaklaşıyorum ama peşimden geliyor. Bir noktadan sonra sabrım tükeniyor, kendimi odaya kapatıp kulaklık takarak video izliyorum. Yoksa ya ona ya kendime zarar vereceğim.

Peki, odadan hiç çıkmayacak mıyım? Çıkınca n'oluyor. Genelde Arya sakinleşmiş ve kendi kendine takılıyor oluyor. Sorun çözüldü mü peki? HAYIR! Çünkü 10 dk sonra başka bir şey yüzünden yine en başa dönüyoruz. Her defasında anlamsız bir inatlaşma. Tepki versem de aynı zırlama modu tepki vermesem de aynı. Konuşup anlatsam da aynı, görmezden gelsem de aynı.

Sakin bir zamanda yanına gidip "Biraz konuşalım mı?" deyip davranışlarıyla ilgili onu suçlamadan kendi hissettiklerimi anlatarak konuşmaya çalışıyorum. Her isteğinin hemen o anda yapılamayacağını, bazı isteklerinin ise hiç yapılamayacağını örneklerle, sebepleri ile anlatıyorum. İnatlaşıp kavga ettiğimizde çok üzüldüğümü söylüyorum. "Tamam annecim. Bir daha yapmıcam" diyor ama yine yapıyor. "Hani söz vermiştin?" diyorum. "Unutuyorum" diyor. "Bu son" diyor. ama hiçbiri son olmuyor. Çok yoruldum. Sadece televizyonu açıp karşısına bırakıp gitmek istiyorum. Ama bu da uzun vadede daha çok zarar veriyor. TV izledikçe daha da şımarık, saldırgan ve mızıkçı oluyor. İzletmeyince sürekli onunla oynamamı istiyor. Ben birlikte anlamlı, faydalı bir şeyler yapmak isteyince kabul etmiyor, sıkılıyor, bırakıyor.

Kitaplar, başkalarının deneyimleri, tavsiyeler, farklı yöntemler, konuşmak, anlatmak, dinlemek, oynamak, istediğini yapmak ya da yapmamak... Hepsini denedim. OLMUYOR. Maalesef gerçek bu. Hayat çoğu zaman cehennem azabı gibi. Sürekli çocuk odaklı. Ben yok, biz yok. Tek rahat olduğum anlar Arya okuldayken (ki orda da rahat durmuyor), Arya uyurken, Arya yüzerken, Arya parktayken. Bu anlar dışında her an bitmeyen bir çatışma. Onu yemem, bunu içmem, onu giymem, yıkanmam, uyumam... Uzayıp gider.

Güzel anlar yok mu? Var ama oldukça az. O anlar da onun işine gelen şeylerse güzel ve sorunsuz. Anlayacağınız çocuklu hayat toz pembelikten çoooook uzakta.

Arya şu anda odanın dışında flüt çalıyor, tüm sesli müzikli oyuncaklarını topladı gürültü yapıyor. Ama artık cidden tükendim ve şu saatten sonra insani yollarla Arya ile iletişim kurup sorunları çözebileceğimi sanmıyorum. Önümde "Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli" kitabı (çocuklar için anne-babalarıyla meditasyon kitabı ve CD.si),  Arya'yı değil kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum. Yani okuyun işte siz de ama işe yarar diye umutlanmayın boş yere. Tabi şu an içinizden "Sorun sizde olabilir, bir şeyleri yanlış yapıyorsunuz demek ki" diye düşünebilirsiniz. Aynen o kafayla devam edin ki kendinizi avutmak kolay olsun. Çünkü ben de başlarda "Ben kesin bir yerde yanlış yapıyorum. Başka türlü yaparsam düzelecek, kabus bitecek" diyordum kendime. Başa gelmeden anlaşılmaz. Hani diyoruz ya "Anlatılmaz, yaşanır" ama inşallah siz her şeyi farklı yaparsınız da benim durumuma düşmezsiniz.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Olmayana Odaklı Zihinlerimizi Sıfırlayıp Baştan Başlatmak



Bu kez anne-çocuk odaklı bir yazı yazmıyorum.

Bu kez beni yıllarca mutsuzluğa iten zihnimden ve kendi değişimimden bahsetmek istiyorum.

keep calm and reset your mind ile ilgili görsel sonucu

Zihinlerimiz -en azından benimki- sürekli olmayana odaklı. Hâlihahazırda mevcut olandan çok olmayanı görüyoruz, olmayanı istiyoruz. Çoğumuz kendi hariç her şeyi değiştirmek istiyor. Eşimizin mizacını, düşünme tarzını, davranışlarını, işimizin barındırdığı saçmalıkları, zorlukları, evimizi, arabamızı, eşyamızı, arkadaşlıklarımızı, ailevi ilişkilerimizi.... Neredeyse her an değişmesi gereken bir şey buluyoruz. Ben de böyleyim çoğu zaman. Daha doğrusu kısa bir süre öncesine kadar hep öyleydim. Artık daha az öyleyim.

Yıllarca hiç var olmayan, hiç var olamayacak bir Rüya vardı kafamda, o kadın olmalıydım. Ama değilim. Gerçekte var olmayan bir "Evrim" vardı aklımda, Evrim öyle olmalıydı. Ama değil. İşimden çok zevk almalıydım, öğrenciler anlattığım her şeyi öğrenmeli, İngilizce'yi çok sevmeliydi. Ama çoğunun umrunda değil. Kısacası kafamda bambaşka bir hayat vardı, her şey öyle olmalıydı. Olana dek huzur bulamayacaktım sanki. Sürekli bir şeyler değişsin istiyordum ama ben hiç değişmiyordum. Üstelik senelerdir de "Ben böyleyim, yapacak bir şey yok. Beğenmeyen küçük oğluna almasın" diye ukala ukala konuşuyordum. Sonra bir an geldi, ben kendi yarattığım bu saçmalığın farkına vardım. Bunun hastalıkla ya da ameliyatla falan alakası yok. Aydınlanma öncesinde geldi. Ama öyle "Bir an durup etrafıma baktım, her şey berraklaştı" tarzı bir aydınlanmadan bahsetmiyorum.

Üniversiteden beri okuduğum karikatür dergilerinden birinde (Uykusuz dergisiymiş) yer alan, Cihan Kılıç'ın çizdiği "Ama arkadaşlar iyidir" köşesinin ismini çok severim. Gerçekten de arkadaşlar çok iyidir. Doğruyu yanlışı beraber öğrenirsin; kimi zaman beraber belaya sokarsın başını, kimi zaman bir arkadaşının yardımı ile kurtarırsın paçayı. Benim aydınlanmamda da arkadaşlarımın etkisi çok büyük. Son bir yıl içinde hem arkadaşlarımın hayatına, hem de kendi hayatıma daha farklı gözlerle baktım. Bazılarımızın dertleri diğerlerinin aksine genellikle anlık, günlük şeylerdi ama o anlık, günlük şeyler beni o kadar çok yıpratıyordu ki arkamda bırakıp hayatıma devam edemiyordum. Elde ettiğim ufak zaferlere sevinemiyor, her an memnuniyetsizlik hissedecek bir şey buluyordum.

Şöyle bir uzaklaşıp kendime bakınca soğudum kendimden hatta epeyce gıcık oldum kendime. Değişmek için hiçbir şey yapmadan, sürekli bir şeyler değişsin diye şikayet eden bir kadın vardı tam karşımda.  Şu anki ben o kadını dinlemek istemiyor. Çünkü o kadın bildiğin şımarık, bildiğin kaprisli, bildiğin katlanılmaz. Yıllar içinde memnuniyetsizlik ve peşinden gelen şikayetler üniformam olmuş; uyanır uyanmaz giymişim üzerime. Birkaç örnek vereyim de siz de o kadını yakından tanıyın.

Eşimle tanıştığımızdan beri her şeyi paylaşırız. Ev işlerini de paylaşıyoruz. Hatta bir listemiz var, herkesin görevleri belli. Evrim yıllardır öyle yada böyle o listeye uyuyor hatta çoğu zaman benim görevlerimin bazılarını da yapıyor. Ama tabi kendi canı istediği anda, kendi istediği şekilde yapıyor. Ben de yıllardır sürekli "Yapılması gerektiği zamanda yapmadıktan sonra ne fayda? Kendi keyfine göre yapıyorsun! Ben defalarca söyledikten sonra, zamanı geçtikten sonra yapınca anlamı yok ki!" diye dırdır yapıyorum. Bu konu açılınca da yaptığı her şeye rağmen bunları bana yardım etmek olarak görmesine takılıp "Bunun adı yardım değil, eşitlik! Bunlar zaten yapman gereken şeyler, yani bana yardım etmiş olmuyorsun. Sorumluluğunu yerine getirmiş oluyorsun." diye kafa ütülüyorum. Ama asıl nokta: Adam yapıyor mu? Yapıyor. Söylediklerim mantıksal düzeyde doğru bile olsa sadece teferruat, sadece egosal çatışma, sadece vakit kaybı. Bu küçük bir örnek. Yıllardır hayat hep böyle anlamsız çatışmalar yumağı. Örnekler o kadar çok ki...

Evrim'e göre doğum günlerinin hiç bir özel anlamı yok. Bana göreyse çok özel günler. Öyle Anneler Günü - Babalar günü- Sevgililler günü gibi genel günlere hiç takılmam ama doğum günüm bana özel. Yıllardır bu konuda tartışırız Evrim'le. Her yıl beklenti içine girerim ve her yıl hayal kırıklığı yaşarım. Bu mevzuda da salaklık bende, adam kendi çapında elinden geleni yapıyor (Sana ne alayım? Beğendiğin bir şey var mı? Dışarda mı yemek yesek o gün? Ne yapsak?) ama ona göre önemi olmayan bir şey için benim beklenti seviyemi yakalaması mümkün değil ki! Ben beklentimi ona göre ayarlamadıkça sonuç belli. O her yıl soruyor, ben her yıl kendi kendine düşünsün, plan yapsın, sürpriz hediye alsın diye bekliyorum. Ama olmayınca olmuyor. Durumu kabullenmek, değişmesini ummaktan daha basit aslında. Onu değiştiremiyorum; kendimi değiştirebilirim. Bu yıl doğum günü planımı kendim yapacağım ve hediyemi de şimdiden seçtim :D Yani umarım ilk kez bu doğum günümün sonunda Evrim'le tartışmayıp birlikte eğleneceğiz.

Tanıştığımız geceden beri Evrim'in gamsız tasasız, rahatına düşkün biri olduğunu, evden çıkmayı pek sevmediğini, en sevdiği şeylerin bilgisayar oyunları, yabancı film ve diziler olduğunu biliyorum. Bense doğuştan huzursuz, yerinde duramayan, evde daralan, her fırsatta kendini dışarı atan ve çok uzun süre ekrana odaklanamayan biriyim. Yıllardır n'apıyoruz peki? Ben sürekli Evrim'i dışarı çıkmaya zorluyorum ama bana asla yetmiyor. 2 gün dışarı çıksak ve 3. gün Evrim çıkmak istemese surat asıyor, kapris yapıyorum  yapıyordum. Artık yapmıyorum. Gerçekten gitmeyi çok istiyorsam "Peki o zaman ben çıkıyorum." diyorum. Evrim de sadece "Tamam, çok geç kalma" diyor. Bazen de ben onunla evde kalmayı tercih ediyorum. Birlikte film/dizi izliyoruz ya da oyun oynuyoruz. Böylece dırdır yaparak ve tartışarak geçireceğimiz zamanı birlikte ya da ayrı ayrı eğlenerek geçirebiliyoruz.

Düzenli aralıklarla tartıştığımız, bozuştuğumuz, sinir olduğumuz günlere dönüp bakınca tek sebep görüyorum: "Değişmeden değiştirmeye çalışmak, mevcuda değil olmayana odaklanmak". Peki, artık hiç tartışmıyor muyuz? Öyle bir dünya mümkün mü acaba :)))) Yine tartıştığımız oluyor tabi ki ama çok nadiren ve çok çabuk sonuca ulaşıyoruz. Eskisi gibi aralıksız dırdır yapmıyorum. Durup neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğimize bakıyoruz ve çözüm kendiliğinden geliyor. 12 yıldır birlikteyiz ve geriye dönüp baktığımda Evrim'i suçladığım birçok mevzuda en az onun kadar suçlu olduğumu ve onun hakkını yediğimi görüyorum. Hatta bazen 12 yıldır nasıl bir arada kaldığımıza şaşırıyorum. Evrim'in her daim çok eleştirdiğim gamsızlığı olmasa ve beni bu kadar çok sevmese kalamazdık belki de.

Bir ilişkiyi sürdürmek için "Sevmek yetmiyor, fedakarlık ve özveri gerekiyor." deriz ya hep; işte o fedakarlık ve özveriyi hep karşı taraftan beklemenin adı "bencillik". Ben yıllardır bencillik edip kapris yaptığımı ve zaman zaman kendimi haklı göstermek için mevzuları çarpıttığımı kabul ediyorum. Sadece evliliklerden, kadın-erkek ilişkisinden bahsetmiyorum. Her konuda hep benim dediğim olsun, hatta daha ben söylemeden karşı taraf düşünüp öyle yapsın, her şey benim hayal ettiğim gibi olsun, son sözü ben söyleyeyim, her şey beni mutlu edecek şekilde sonuçlansın istiyoruz her ne kadar itiraf etmesek de. Yani tabi sizi kesin olarak bilemem de ben öyleyim en azından.

Ne zaman hayatımızda bir sorun yaşasak ve bunu bir yakınımıza anlatsak öyle detaylar verip, öyle kesitler anlatıyoruz ki sadece kendi haklılığımızı kanıtlayacak yerlere odaklanıyoruz. Oysa olayın bütününe baktığımızda kesinlikle karşı tarafın haklı olduğu noktalar da vardır ama o anda kimin umrunda değil mi? Hadi diyelim biz haklıyız ve karşı taraf haksız. Haklı olmak tek başına çözüme ulaştırmıyor. Haklı da olsak haksız da sağ duyulu olmayı başarıp bir orta yol, bir çözüm yolu bulmaya odaklanmalıyız. Oysa tek derdimiz "Evet, çok haklısın" cümlesini duymak. Biliyorum ki bir sürü kişi bu yazıyı okuyunca "Ben hiç de böyle değilim, ben sadece karşımdakilerin biraz daha ince düşünmesini istiyorum" diyecek. Belki de durum sizin için öyledir. Ama bence yine de o ince düşünceyi karşıdan beklemek yerine biz bir adım geri çekilip "Ben ne yapabilirim? Neyi değiştirebilirim?" diye düşünmeliyiz.

"Ben artık aştım bunları; oldum; piştim." demiyorum tabi ki. Diyemem. Sadece farkındalığımın hayli arttığını ve başkasını suçlamadan ya da başıma gelenlerin haksızlık olduğunu iddia etmeden önce sakin kalıp düşünmeye ve hatalarımı fark etmeye çalışıyorum. Karşımdaki kişiden olmadığı biri gibi davranmasını beklemiyorum; benim için değişmesini beklemek yerine onu değiştirmeye çalışmadan sevmeyi öğrenmeye çalışıyorum.

Kısacası hep elimizde olmayanı istemekten vazgeçip elimizdekilere odaklanırsak; karşımızdakilerin olmasını istediğimiz insan olmak için çabalamasını beklemek yerine, önce kendimiz olmak istediğimiz o insana ulaşmaya çalışırsak çok daha mutlu olabiliriz demek istiyorum. "O niye öyle yaptı, böyle yapmalıydı; bu niye böyle oldu, öyle olmalıydı" diyerek harcanacak kadar çok boş vaktiniz varsa siz bilirsiniz tabi :)


20 Haziran 2018 Çarşamba

Annelik Karnem

Öncelikle arkadaşım ve ilham kaynağım Ceren'in şu yazısını okuyun lütfen.

... 

Şimdi gelelim benim karneme.

"Ağlayan çocuklar" dersinden başlamış Ceren ki bu benim kabusum. Arya ağladıkça bana cinnet geliyor. Çocuğu bir güzel derdest edip ağzını bantlayıp bir köşeye koymak ya da onu olduğu yerde bırakıp kilometrelerce uzağa kaçmak istiyorum. Şu hayatta en dayanamadığım şey ağlayan çocuk maalesef. Ben bu dersten asla geçemem sanırım. Anca Arya büyüdükçe dersi sümen altı edip kurtulurum diye umuyorum.



2. dersimiz "Hastalıklar". Bu dersi nispeten rahat geçiyorum çünkü elden gelen belli. Çorba, yatak, çizgi film. Ateş vs varsa doktor, ilaç. Tek sorun, burun tıkanırsa sprey sıkmak için epey bir mücadele gerekiyor. Bir de mızmızlanma boyutu var ki genelde duymazdan gelmeye çalışıyorum.

Ceren'in "Konuşamayan çocuk" dersi benim karnede olsaydı yıldızlı pek iyi alırdım :D Kardeşim 4,5 yaşına kadar konuşamadı, şu an gayet normal konuşuyor. Bu yüzden Arya ne zaman konuşur, konuşur mu, konuşamaz mı hiç takılmadım zamanında. 

Gelelim "Diğer anneler ve komşu teyzelerin yorumları" dersine. Hah işte ben bu dersten de kesin çaktım. Çünkü Arya hiç yerinde durmuyor ve hiç susmuyor. Kız gibi(?!) oturup bebeklerle falan da oynamıyor. Bilemiyorum belki de unisex ruhlu bir çocuk Arya. Bu konuda herkesin bir fikri var. "Ay ne kadar hareketli.", "Erkek çocuğu gibi", "Maşallah(?!) hiç durmuyor yerinde", "Aaa erkek gibi top peşinde hep", "Arya, şöyle otursana kzım "hanım hanımcık(?!)" biraz" ... liste uzayıp gidiyor. Bir yerden sonra kendi çocuğu sakin ve söz dinleyen, bu yüzden de diğer anneleri hiç empati yapmadan yargılayan ve eleştiren annelerden rahatsız olmaya ve uzaklaşmaya başlıyorum. Bu noktada "Başkalarının çocukları ile kendiminkini karşılaştırmamak" dersinden zar zor geçsem de "Başka anneler ile kendimi karşılaştırmamak" dersinde pek de başarılı olamıyorum.



Bu noktadan sonra benim dersler ufak tefek farklılıklar gösteriyor Ceren'in karnesindekilerden :)

"Çocuktan sonra insan kalabilmek; hem anne, hem BEN olabilmek" dersi benim en zorlandığım ve kredisi en yüksek derslerden biri. Son zamanlarda yeni yeni geçer not almaya başladım sanırım. Bu yıla kadar her şey dört dörtlük olmalı kafasıyla sürekli yemek, temizlik, iş güç düzenini sağlamaya çalıştığım için insanlıktan çıkıp canavarlaştığım çok oldu. Her şeye yetişemeyince sağa sola sarıp evde terör estiriyordum. Çocuk ne yiyecek, ne giyecek, ne zaman uyuyacak... Yemek yapmalı, çamaşır yıkamalı, çocuğu parka götürmek lazım, oyun da oynamak lazım, uyku saatini çok geçirmemeli... Hepsi bir arada olmayınca üzerime üzerime gelen yetersizlik hissi... Ama bu yıl bıraktım ucunu. Yemek pişirmedim, dışarda yedik; temizlik yapmadım, arada bir temizlik için bir kadınla anlaştım; ütülenecek giysileri kaldırdım, ütü sıkıntısını minumuma indirdim. Yattım, gezdim, tozdum, okudum, yazdım. Daha mutlu hissettim. Evrim de bu yeni düzenden daha mutlu sanırım. Sonuçta sürekli gergin, sürekli koşuşturan, sürekli bir şeylere yetiştiremediği için şikayet eden bir Rüya yerine, "Amaaaaan boşver bu seferlik de böyle olsun" diyen bir Rüya daha iyi :D



"Ben olma" dersinden iyi not almaya başlayınca "Kocaya zaman ve ilgi verebilmek" konulu ders de epeyce kolaylaştı. "Halledilmesi gereken binbir tane iş var" kafasından "Salla gitsin"/ "Saldım çayıra, mevlam kayıra" kafasına geçince kocayla ilgilenmek için zaman ve bir takım aktivitelerin (?!) tadını çıkarmak için enerji bulabildim :D



Her ne kadar hiç bahsetmek istemesem de "Bağırmayan anne olma" dersinden kaldığımı yazmasam olmaz. En fazla 1 hafta dayanabildiğim kısa süreli denemelerim oldu. Ama bunu sürekli yapmam mümkün değil. Arya'ya bağırmayacağım diye kendimi sıkmaktan kafayı sıyırmam pek de güzel bir sonuç olmaz sanırım. Kendi akli dengem için bu "Bağırmayan anne olma" dersini bir daha almamaya kara verdim. Bağırmadan olmuyor anacım, bizi annelerimiz hep ninnilerle türkülerle mi büyüttü sanki! Terlikler, kötekler, çimdikler, ben sana evde sorarımlar size tanıdık gelmiyor mu yoksa? Benim çocukluğumda ve birçok arkadaşımın çocukluğunda bol bol var bunlardan. Hiç birimizin de psikolojisinde kalıcı etkiler bıraktığını sanmıyor, çünkü ne zaman konusu olsa hepimiz gülmekten kırılarak anlatıyoruz ne kadar yaramaz olup annelerimizi nasıl delirttiğimizi.



"Parkta, bahçede, denizde relax anne olma" dersinden ise %100 başarı ile geçtiğimin altına çizmek istiyorum ki yine "Saldım çayıra, mevlam kayıra" felsefesi ile kendime mevsimine göre ya sıcak ya serin bir köşe bulup Arya'yı salıyorum parka, bahçeye, denize. O oynarken ben kitap okuyorum, kafa dinliyorum. "Aman çocuğum, dur, yapma, etme" "Dikkat et, düşme"... neredeyse hiç kullanmadığım cümleler. Sadece "Arkadaşlarına zarar verme, kavga edersen eve gideriz haberin olsun." diyerek uyarıyorum o kadar.



Sonuç olarak şöyle bir bakarsak kaldığım dersler var, geçtiğim dersler var, sümen altı edip unutmak istediğim dersler var. Ama bu karnenin en ilginç ve güzel yanı 5 yıl içinde Arya ile büyüdüğümün ve değiştiğimin kanıtı olması.



"Mükemmel Anne" diye bir şey var mı bilmiyorum ama "Mükemmel Anne" olmaya çalışırken kendini paralayan bir sürü kadın var biliyorum. Yapmayın, yapmayalım! Sadece elimizden geleni yapıp akışına bırakmak en güzeli. 



30 Nisan 2018 Pazartesi

Yazmadığım 3 Ay ve Geçip Giden Kanser

3 aydır yazmamışım.

Başlıktaki kansere takılıp o yüzden yazmadığımı sanmayın. Onun da etkisi var ama sebep o değil.

3 ay önceki son yazıda "Sakin kal, çözüm üret." demiştim. Ben de bu 3 ay içinde bol bol sakin kalıp çözüm üretme antrenmanı yaptım. Arya'nın da günden güne büyümesi ile yaşadığımız sorunlar azalınca pek de yazma ihtiyacı hissetmedim. Bir de o son yazıdan sonra başka heyecanlar ve başka sorunlar girdi araya. Hikaye yarışmasına katıldım ve ilk 10'a girdim. Yarışmaya katılan 60 eser içinden 9. oldum ve gerçekten çok sevindim. İlk öykü yarışması için oldukça iyi bir başlangıç bence.

Gelelim kanser mevzusuna. Ufak tefek şikayetler için gittiğim kadın doğum uzmanım beni önce Smear ve HPV testi için aile hekimliğindeki ebeye; sonra HPV pozitif çıkınca da Trabzon'daki bir jinekolog onkoloğa yönlendirdi. Trabzon'da kan tahlili ve kolposkopi yapıldı. HPV için 20 gün beklemiştim, biyopsi sonucu için de 20 gün bekledim. Test sonucunu mail olarak attılar, ben de Hopa'daki jinekoloğuma yollladım. Gel konuşalım deyince sonucun kötü olduğunu az çok tahmin ettim. Evrim'le beraber gittik, doktor rahim ağzı kanseri olduğumu söyledi. Normalde doktorların kanserli dokularla birlikte rahmimi de alacağını ama kendi hocası olan Prof. Dr. Ali Ayhan'ın rahmi almadan sadece kanserli dokuları temizleyebileceğini söyledi. Profesör Başkent Hastanesi'nde olduğu için aynı günün gecesi apar topar Ankara'ya gittik. Ertesi gün muayneden sonra hastaneye yatışım yapıldı. Sonraki gün de ameliyat oldum. Yani kanser olduğumu öğrenip hastaneye yatmam ve ameliyat olmam 3 gün içinde gerçekleşti. Gelelim bu arada gelişen yan olaylara.



Kağan'ı (kardeşim) en son geçen yaz gördüğümüz için çok özlemiştik. Gelsin diye sürekli baskı yapıyorduk. Sonunda dayanamadı ve geliyorum dedi. Trabzon'a inip servise bindiği anlarda biz doktordan çıkmış ve kanser olduğumu öğrenmiştik. Evrim panik atakla sinir krizi aralığında gidip geliyor; ben uçak bileti bulmaya ve Ankara'da kalacak yer ayarlamaya çalışıyordum. Bir yandan da Evrim'i sakinleştirip iş yerinden izin almasını sağlamaya ve annemlerin acilen gelip Arya'ya bakması için durumu onlara anlatmaya çalışıyordum. Detaylı düşünecek çok vaktimiz olmadığı için Kağan üzülüp endişelenmesin diye ona benim değil de Evrim'in küçük bir mide operasyonu geçireceğini söylemeye karar verdik ki  keşke öyle yapmasaydık. Sonradan daha büyük sıkıntı oldu. Bir şekilde gerekli ayarlamaları yapıp eve geldikten kısa süre sonra Kağan  Hopa'ya vardı. Onu alıp direk yemek yemeğe gittik. Arkadaşlarımız da geldi ve durumu pek belli etmeden günü bitirdik. Gece annemler geldi İstanbul'dan, biz evden çıkıp uçağa binmek için Trabzon'a gittik. Her şey o kadar saçma sapan ve beklenmedikti ki tüm bunlar olurken babam Azerbaycan'da gezideydi ve biz ona da durumu söylemedik. Hatta hâlâ bilmiyor. Haftaya gelecek, gelince anlatacağım ve o burdayken ben yine Ankara'ya gideceğim kontrol için. 

Ankara'ya gidince bizi Hopa'daki doktorumun annesi, Ayşe teyze karşıladı ve bizi bir an olsun yalnız bırakmayıp her adımda çok yardımcı oldu. İlk gece yanımda refakatçi olarak kaldı, sonraki günlerde her gün uğrayıp mis gibi yemekler, kompostolar getirdi bize. 2. gün Şehnaz geldi, 3. gün Oktay. Onlar iş için mecburen İstanbul'a döndüler, o gün Manisa'dan teyzem geldi. Hastanede bir hafta kaldıktan sonra taburcu oldum ama  uçağa binme izni vermediler. 3-4 gün daha mecburen Ankara'da kalıp ameliyat sonrası biyopsi sonucunu bekledik. Sonuç temiz çıkınca evimize döndük. Her şey o kadar ani ve hızlı gelişti ki sanki ben değil de herhangi bir 3. şahıs kanser olmuş, ameliyat olmuş gibi hissettim. Etrafımdaki herkes özellikle de Evrim çok üzüldü, çok zorlandı, kendini zorlukla bir arada tuttu. Öğrendikten sonra Kağan da hem çok üzüldü hem de sakladık diye bize çok kızdı. 

İlk andan son ana kadar en soğukkanlı kalan kişi bendim sanırım. Sadece çok kısa bir süre ağlayıp huysuzluk yaptım ki o da ameliyatta burnumdan takılan boruyu ameliyat sonrası epeyce süre çıkarmadıkları için çok canım acıdığı içindi. Boru çıktıktan sonra epeyce rahatladım. Eve döndükten sonra da bir süre sonda yüzünden sıkıntı çektim ama ondan da kısa sürede kurtuldum. Kısacası her şey çok hızlı oldu bitti. Ne olduğunu çok anlamadan teşhis kondu, ameliyat oldum, test sonucu temiz çıktı. İyileşme sürecim de iyi gidiyor şükür. 10 Mayıs'a kadar raporluyum. 9 Mayıs'ta kontrole gideceğim ve büyük ihtimalle işe döneceğim. 

Kadınların 21-29 yaş aralığında üç yılda bir, 30-65 yaş aralığında yılda bir kez smear testi yaptırması ve beş yılda bir kez de HPV testi yaptırması gerekiyor ama kadınlar bu işlemlerde hatta hamile kalmadıkça jinekoloğa gitmekten bile imtina ediyor, çekiniyor maalesef. Ama düzenli kontrole gitmek çok önemli. 

Başımıza gelen kadar "Yok canım, bana bir şey olmaz." diyoruz ama aslında "Erken teşhis hayat kurtarır" sözü kulağımıza küpe olmalı! 



22 Ocak 2018 Pazartesi

Sakin Kal, Çözüm Üret, Anın Tadını Çıkar

          3 gündür aralıksız Arya ile birlikteyiz. Henüz delirmedim ve kıyamet de kopmadı :D 

          Okulların tatil olacağı gün yaklaştıkça korku, heyecan ve içten içe bir sakinlik -kaçacak yer yoksa mecbur kabulleniyor demek ki bünye- sarmaya başladı beni. Önce tatili evde geçirmeye karar verdim. Sonra Arya'yı tatil süresince özel kreşe vermeyi düşündüm ama tatilde açık olan kreşlerden birisini ben hiç istemedim; diğerinin kapasitesi doluymuş, onlar bizi kabul etmedi. Sonuçta kendimi Arya ile 15 günlük bir maratonda buldum. Bugün 3. gün. Maşallah diyeyim, dilimi ısırayım, popomu kaşıyayım.... nazara karşı bildiğim tüm hurafeleri gerçekleştirip düzeni nasıl sağladığımızdan bahsedeyim.

           Tatilin iyi gitmesindeki en büyük etken Arya'nın onun için belirlediğimiz yeni kurallara ve düzene alışmış olması. Ama bu tabi çat diye bir günde olmadı. Yeni yıl tatilinden önceki Cuma günü, Arya'yı kreşten alırken öğretmenine "Arya nasıl? Davranışlarında bir gelişme var mı?" diye sormuştum. Öğretmeni de "Ben de sizinle bu konuyu konuşmak istiyorum. Bugün yine sınıfta sorun yaşadık. Arayacağım sizi, haftaya görüşürüz." demişti. Tabi ben iyi bir şey duymayı beklerken bunu duyunca çok üzüldüm. Arya ile konuşup yeni kurallar belirledik ve bu kurallara sıkı sıkıya uyuyoruz evde. Arya ilk başta her şeye aşırı tepkiliydi ve bu tavrı yüzünden bir süre tv izleme ve bakkala gitme hakkını kullanamadı. İkinci hafta durumun ciddiyetini ve bizim tavrımızın değişmeyeceğini kavramaya başladı. Artık günde sadece 3 çizgi film hakkı var. İzlediği çizgi filmleri belli kriterlere göre seçebiliyor. Kavga, gürültü, yaramazlık ya da şiddet içeren çizgi filmleri izleme izni yok. Pijamaskeliler,  Scooby Doo, Uğur Böceği ve Karakedi tarih oldular. TRT Çocuk'ta yayınlanan Aslan, Canım Kardeşim, Niloya, Rafadan Tayfa ve Hapşu gibi çizgi filmleri izlemek serbest ama tek seferde 3 tane çizgi filmi geçmiyoruz. Gün içindeki duruma göre akşam yemeğinden sonra da +3 çizgi film hakkı kazanabiliyor. Çizgi film izlerken biz de mümkün oldukça yanında oluyoruz ki hem sınırı aşmasın hem de istemediğimiz tarzda çizgi filmler izlemesin. Başlarda sürekli yalvarıyordu "Annecim/Babacım, lütfeeeeen biraz daha izleyeyim, lütfeeeeen!" diye ama baktı ki biz hiç taviz vermiyoruz artık durumu kabulleniyor. Arada bir yine deniyor şansını, biz sakince "Arya böyle yaparak hiçbir şey elde edemezsin. İstediğini bu şekilde yaptıramazsın canım." diyoruz. Eskiye nazaran çok daha kolay halloluyor sorunlarımız. 

          Tv sınırlamasıyla konunun ne alakası var diyecek olursanız şöyle ki: ben uzuuuuuun zamandır tv izlemenin Arya üzerinde olumsuz etkileri olduğunun farkındaydım. Daha önce de defalarca kez televizyonsuz hayat fikrini gerçekleştirmeye çalıştım ancak eninde sonunda yine tv karşısında buluyorduk kendimizi. Kreşte de, evde de sorunlar azalacağına gittikçe artınca Arya'yı daha dikkatli gözlemlemeye başladım. Çizgi filmlere bir bağımlılık geliştirdiğini, tv kapalıyken bile oynadığı oyunlarda hep çizgi filmlerdeki karakterleri taklit ettiğini, bebeklerini onlar gibi seslendirdiğini/oynattığını gördüm. Geceleri de sık sık kabus görüyordu. Sonunda öyle ya da böyle zararlı bulduğum çizgi filmleri hayatımızdan çıkarmayı kafama koydum. Televizyonu tamamen yasaklayamayacağımızı anlayınca bazı sınırlar ve kurallar getirelim dedik. Arya'nın yaşına uygun, eğitici, öğretici, eğlenceli çizgi filmleri ailecek izleyerek ve çizgi filmdeki doğru/yanlış hareketler üzerine konuşarak bunu da kaliteli bir ebeveyn-çocuk aktivitesine dönüştürdük. Zararlı çizgi filmler olmayınca hem Arya'nın gece kabusları ve hırçınlıkları hem de bizim Arya'nın huysuzluklarına katlanma kabusumuz bitmiş oldu. 

          Tatilde neler yaptığımıza gelecek olursak, Cumartesi günü yemyeşil bahçesi olan deniz kenarında bir mekanda ailecek kahvaltı yaparak başladık tatile. Arkadaşlarımın verdiği legolar sağolsun, Arya bizi hiç rahatsız etmedi. Hatta yeni arkadaşlarıyla legolarını paylaşarak gayet başarılı bir oyun ortamı oluşturdu kendi kendine. Kahvaltıdan sonra içinde çocuk oyun alanı bulabileceğimiz tek yer olan İstanbul Bazaar'a gittik. Arya eğlence parkında epeyce oynayıp eğlendi. Biz de fırsattan istifade Evrim'le biraz alışveriş yaptık :D  Dönüş yolunda Arya yorgunluktan uyuyakaldı. İlk günü başarıyla tamamladık.




          Pazar günü kahvaltıdan sonra Arya'nın tatil kitabından alıştırmalar yaptık. Sonra Arya dışarı çıkıp bisiklet sürmek istedi. Sahilden bisikletle her zaman gittiğimiz, yanında çocuk parkı olan caféye gittik. Arya orada da arkadaş buldu kendine. Oynadı, yoruldu, eve gelince de duş alıp, karnını doyurup kolayca uyudu. Bugün de yine kahvaltı, oyun, tatil kitabı, derken günün büyük kısmı geçti. Ben arada evi temizledim. Akşamüstü Arya parka gitmek istedi, gittik. Eve gelince 2 tane çizgi film izledi. Süresi bitince biraz oyuncakların ile oynayabilirsin, sonra uyku vakti dedim. Arya önce oyuncakları ile oynamak istemedi. Dişlerini fırçalayıp odasına gitti ama fikrini değiştirip uyumadan önce "Hadi, legolardan dinozor yapalım birlikte" dedi. Dinozoru yaptıktan sonra haklarını kullanarak 3 tane masal seçti. Saat 9 gibi de sorunsuz uyudu maşallah :)

          
          Evde belirli kurallar, değişmeyen bir düzen ve taviz vermeyen, ortak hareket eden ebeveynler olunca işler epeyce kolaylaşıyor. Başka konularda çıkan sorunlar bile eskiye nazaran çok kısa sürüyor ve kolayca hallediliyor. Arya, o ne yaparsa yapsın bizim tavrımızın değişmeyeceğini anlayınca boş yere inatlaşıp ağlayıp zırlamıyor. Yapsa bile çok çok kısa sürüyor. Tabi ki her şey çok katı kurallarla işlemiyor. Doğru zamanda doğru kuralları uygulamak, gerektiğinde, mantıklı bir sebep varsa, istisna olduğunu çocuğa anlatarak, kuralları biraz esneterek orta yolu bulmak herkes için daha kolay ve daha işlevsel oluyor. Unmarım kurduğumuz düzen bozulmadan böyle devam ederiz.

         Edit: Yayınladıktan sonra dönüp bakınca başlığın ilham kaynağını anlatmadığımı fark ettim. Bugün parktan dönerken Arya çok yorulduğunu, evin çok uzak olduğunu, gidemeyeceğini söyleyerek sızlanmaya başladı. Hopa'da akşam 6-7'den sonra tek toplu taşıma aracı olan dolmuşlar bile çalışmıyor. Yani eve kadar mecbur yürüyeceğiz. Bir çare bulmazsam Arya yol boyu on kez durup sızlanacak. O sırada aklıma Arya'ya bilmece sormak geldi. Bu ara Arya bilmecelere sarmış durumda. Ben sordum, sen sordun derken güle eğlene eve geldik hiç sızlanmadan ve hiç durmadan. Hatta epey de eğlendik yolda. Kıssadan hisse kriz anında kendimizi kaybedip krizi körüklemek yerine sakin kalıp akılcı bir çözüm bulmak daha faydalı oluyormuş, test ettim onayladım :D Tavsiye ederim: Sakin kalın, çözüm üretin, anın tadını çıkarın!